26 Nisan 2020 Pazar

Ağızlar Nerelerde Kullanılır?




Konu

Bilindiği gibi her doğal dil çeşitli nedenlerle ortaya çıkmış bir varyantlar yığınından oluşur. Değişkenliğin olmadığı, tek biçimli bir doğal dil yoktur. Her varyant, dil içinde belli işlevleri yerine getirir ve işlevleri başka varyantlar veya diller tarafından karşılanmadığı sürece varlığını devam ettirir.
Doğal dillerde varyantlaşma nedenlerinden biri coğrafyadır. Bir dilin konuşulduğu coğrafyada bir istikametten başka bir istikamete doğru gidilince konuşmada farklılaşmalar olduğu kolayca gözlenebilir. Bazı konuşma biçimleri o kadar yoğun yerel iz taşır ki bunları belirlemek için uzman olmaya bile gerek yoktur. Dilde coğrafya temelli varyantlaşmayla ağız araştırmaları ilgilenir.
En kısa tanımıyla dilin yerel konuşma biçimleri olan, okullarda öğretilmeyen, gelecek nesillere sözlü olarak aktarılan ağızları; konuşurlar doğup büyüdükleri çevrede edinir. Ancak yine de ağızlar, ait oldukları bölgenin dışında da kullanılır. Bu yazıda, ağızların nerede kullanıldığı sorusuna yazılı metinler, televizyon ve internet yardımıyla cevap aranacak, ağızların kullanım alanındaki genişlik gösterilmeye çalışılacaktır. Yazının, ağızlar hakkında var olan yaygın ön yargılar yerine, dil incelemelerinin günümüzde ulaştığı seviyeye daha uygun bir kavrayışın yerleşmesine katkı sağlayacağı da umulmaktadır. Ancak kapsayıcı olmayan kısa bir çalışmada, sorunu bütün yönleriyle ele almak mümkün değildir. Konuya dikkat çekmesi düşünülen bu çalışmada söylenenler, daha ayrıntılı araştırmalarla derinleştirilmeye muhtaçtır. Yazının sınırlı çerçevesinde dile getirilenlerin genişçe örneklendirilmesine gerek görülmemiştir. Örnekler için işaret edilen kaynaklara bakılabilir. Özellikle internetle ilgili gözlemler, basit bir aramayla belgelenecek durumda olduğundan kaynak gösterilmesine gerek görülmemiştir.

Kim Konuşur

Ağız konuştuğu düşünülen insanların dilin başka biçimlerini de kullanabildikleri bundan yüzyıl kadar önce gözlenmiş olsa da (bk. Giese 2007: 9) ağız araştırmacılarının ağızdan başka bir şey tanımayan kaynak kişi aramaları, alışılmış bir durumdur. İletişim ve ulaşımdaki gelişmeler göz önüne getirilince günümüzde bu beklentiye uygun konuşur bulmanın imkansızlığı kendiliğinden anlaşılır.
Ağızlar, yaygın görüşe göre bir bölgede, daha çok kırsal kesimde, o bölgede doğup büyümüş ve bölge dışına uzun süre için çıkmamış, okuryazarlığı olmayan veya eğitim seviyesi düşük, yaşlı kimselerce konuşulur. Ağız araştırmaları yapılırken kaynak kişide bu tür özelliklerin aranması böyle bir yaklaşım olduğunu gösterir. Bu görüş, dil içindeki varyantlardan birinin daha prestijli sayılmadığı, ulaşım ve iletişim imkanlarının kısıtlı olduğu eski dönemler için doğru olabilir. Ancak iç göç, dilin yerine getirdiği işlevlerin karmaşıklaşması, teknolojik gelişmeler gibi nedenler, gerek ağızların kullanıldığı alanın, gerekse ağızların yerine getirdiği işlevlerin genişlemesine neden olmuştur. Bugün Türkçenin ağızları bir yerel kültür ögesi olarak çok canlı bir kullanıma sahiptir. Bazı bölgelerde hala konuşma dili olarak kullanılan ağızlar günlük hayattaki bütün dilsel ihtiyaçları karşılayabilmektedir. Aile ve tanıdık çevresinde, samimi ortamlarda ağızların kullanılması “tanıdık olmanın”, “dost olmanın”, samimiyetin göstergesi olarak algılanmaktadır. Gerçekten de ağızlar dil içinde yakınlık, dostluk, samimiyet, sevgi, şefkat vb. gibi olumlu duyguların taşıyıcısıdır. Kimi durumlar için, örnek olarak fıkralarda kullanılmaları, standart dilden daha uygundur.
Standart Türkçe de İstanbul ağzına dayandığından, prensip olarak her anadili konuşurunun aynı zamanda ağız konuşuru olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ancak eğitimi, görevi, ilişkileri, başka biçimlerle karşılaşma derecesi, ilgisi, dile ve ağızlara karşı tutumu gibi nedenlere bağlı olarak insanlar kendi ağızlarını konuşmaktan vazgeçip daha yansız, ama standart Türkçeyi veya standarda yaklaşan prestijli varyantları tercih edebilmektedir. Ancak bu tür tercihler, konuşurun standart biçimi her durumda kullanacağı anlamına gelmez. İşleri gereği standart dili kullanmak durumunda olanlar da bağlama, muhataba, yere göre ağız konuşabilir. Burada meslekle ilgili bir sınırlama yapmak da imkansızdır. Standart dili aktarmak durumunda olan meslek gruplarındaki insanların, öğretmenlerin bile ağız kullanabildiğinin yeterince örneği bulunmaktadır.

Standart Hakkında Birkaç Not

Kendisi de bir ağza dayanan standart dil ile ağızları veya farklı ağız gruplarını kesin sınırlarla birbirinden ayıracak dilbilim ölçütü yoktur (bk. Demir 2006). Ancak bir ağız temel alınarak geliştirilen standart dil zamanla eğitim kurumlarında öğretilmek, resmi ve yarı resmi ortamlar, basın yayın, edebiyat vb. gibi alanlarda kullanılmak suretiyle yaygınlık ve saygınlık kazanır. Böylece standart varyant, asıl ağız bölgesi dışında da kullanılan ve kabul gören bölgeler üstü bir iletişim aracına dönüşür. Bunun sonucunda bölgeler üstü geçerlilik kazanan bu standart varyantı konuşan birinin nereli olduğuna karar vermek mümkün olmayabilir.
Standart Türkçenin bölgeler üstü bir geçerlilik kazanması, sanıldığının aksine, oldukça yenidir. Yoğun Arapça ve Farsça ögelerle konuşma dilinden uzaklaşmış Osmanlı yazı dili, devlet idaresi, edebiyat, tarih yazıcılığı gibi, bir dilden beklenen ihtiyaçların bir kısmını karşılamakla birlikte, 19. yüzyılda ortaya çıkan eğitimi geniş halk kitlelerine yayma isteğine ve yeni gelişen basının ihtiyaçlarına cevap verecek durumda değildi. Özellikle eğitim ve basın için konuşma diline yakın, öğretimi ve öğrenmesi kolay, yazım kuralları anlaşılır biçimde belirlenmiş bir standart gerekmekteydi. Ne var ki mevcut Osmanlı yazı dili bunun tam tersi durumdaydı. Henüz iyi araştırılmamış İstanbul ağzına dayanan bir standart varyantın söz varlığı anlamında geliştirilmesi, 20. yüzyılın başlarında kısmen gerçekleşmiş olsa da standart yazım kurallarının kayıt altına alınması ancak 1940’lı yıllarda mümkün olmuştur. Yeni geliştirilen standart varyantın fark edilirliği ise eğitim, basın yayın, iletişim ve ulaşım imkanları, iç göç gibi standart dilin yayılmasına aracılık eden kanallardaki çeşitlenmeye paralel olarak artmıştır. Diğer varyantlar yerel konuşma biçimleri olarak değişen oranlarda saygınlığa sahip olmalarına rağmen standart dil gibi başka bölgelerde de kullanılır duruma gelmemişler, özel kanalların kuruluşuna ve internetin yaygınlaşmasına kadar konuşuldukları bölgenin dışına belirgin bir biçimde çıkamamışlardır. Bu arada standart dilin “doğru” biçim olarak kendini hissettirmesiyle, asıl bölgelerinde de onunla rekabet etmek zorunda kalmışlar, zaman zaman kendi konuşurlarınca bile, hiçbir bilimsel temeli olmamakla birlikte, kaba görülmüşlerdir. Bazı ağızların standart dile göre birtakım alanlarda daha tercih edilir yönleri olmakla birlikte, standart varyantla yerel varyant arasında işlev alanlarında, resmi, yarı resmi durumlarda standart, diğer durumlarda, yerel varyantın kullanılması şeklinde bir ayrışma olmuştur. Bunun sonucunda “doğru” ve “güzel” dil olarak görülen standart biçim, alanını genişletirken, “kaba” görülen ağızların kullanıldığı alanlarda bir gerileme olmuştur.
Her ne olursa olsun, ne ağızlar arasında ne de ağızlarla standart dil arasında aşılmaz sınırlar vardır. Her şeyden önce muhtemel sınırları belirleyecek dil bilimi ölçütü yoktur. Standart dille ağızlar iç içe geçmiş durumdadır. Özellik konuşma dili olarak standart biçim ağızların kullanıldığı alanlarda görüldüğü gibi, standart dilin kullanılması beklenen durumlarda da ağızlarla karşılaşılabilmektedir. Özellikle gelişen teknolojiye paralel olarak ağızlar son yıllarda yeni kullanım alanları bulmuşlardır.

Yazılı Metinler

Yazı dilinin tek biçimli, “doğru” dil olduğu görüşü bir hayli yaygındır. Ne var ki yazı dilinin tek biçimliliği düşüncesi temelsizdir. Yazı dilindeki standart, daha çok yazımla ilgilidir. Söz dizimi, sözcük seçimi, cümlenin uzunluğu gibi hususlarda, dilin ağızlar için de geçerli olan yapısal sınırları dışında, genel geçer standartlar belirlemek güç, hatta imkansızdır. Bu nedenle yazı dilinde de konu, bağlam, yazanların sosyal ve psikolojik durumları, eğitim seviyeleri gibi çeşitli nedenlerle ortaya çıkan varyantlaşmalar vardır. Basit bir örnek vermek gerekirse, her ikisi de yazı dili örneği olmakla birlikte, okuyucuda farklı çağrışımlar uyandırabilecek biçimde düzenlenmiş bir edebi metinle, mümkün olduğu kadar açık, farklı anlamalara fırsat vermeyecek biçimde düzenlenmiş akademik bir yazı arasında belirgin farklar vardır. Bir edebi metinde yazım açısından standart veya standart dışı biçimlere yer verilebilirken akademik üslupta bu alışılmış değildir. Yine sınav sorusu, dilekçe, ders kitabı vb. sadece standart dille yazılır, ama her seferinde metinlerin dilinde araştırılmayı hak eden ayrımlar bulunur, bulunması beklenir.
Yazı dilinin kullanıldığı bazı alanlar ağız kullanımına açıkken bazıları tamamıyla kapalıdır. Ders kitapları gibi geniş kesimlerce oldukça kolay anlaşılması beklenen metinlerin diliyle resmi işlevi olan metinlerde ağız kullanılamaz. Bunun yanında yazı diliyle sıkça eş değer tutulan edebi metinlerde, ağızlara hiç de küçümsenemeyecek sıklıkla başvurulur. Şiir, masal, tekerleme, deyim, fıkra, halk hikayesi, efsane gibi halk edebiyatı ürünlerinde yazımda standartlaştırmaya gidilirse de söz varlığı ve söz diziminde ağız kullanılması alışılmıştır. Yine de standart dilin, yanlış biçimde, halk edebiyatı ürünleri dışında kalan, sanat değeri yüksek kurmaca metinlerde en iyi şekilde temsil edildiği düşünülür. Öyle ki standart dille ilgili sözlük ve gramer çalışmalarında bu tür metinler birinci derece kaynaklar olarak alınır. Oysa edebi metinlerde ağız kullanılması seyrek rastlanan bir durum değildir. Özellikle roman ve öykülerdeki diyaloglarda ağız kullanımı alışılmıştır (bk. Aydın 2008, Demir 2009). Bazı metinlerde ağızdan yoğun bir şekilde yararlanılır. Hatta ağız kullanımı, Orhan Kemal’in büyük bir bölümü ağızla yazılmış olan Murtaza (İstanbul 1952) adlı eserinin yayımlanmasından sonra dönemin önemli edebiyatçılarının katıldığı “şive taklidi”, “köylü konuşması” tartışmasının patlak vermesine neden olmuş, tartışmaya katılanların bir kısmı kahramanlarını ağızla konuştururken bazıları buna karşı çıkmıştır. Anadolu ağızlarının Tahsin Yücel gibi “tadını, anlatım gücünü, arılığını” kullanma çabası içinde olan, “bu çabayı bilinçli olarak” hep sürdüren yazarlarımız bugün de vardır (Özkan 2001: 42, ayrıca bk. Aydın 2008). Ağızlara özgü ses, biçim, söz dizimi, söz varlığı ögesine yer veren çok sayıda eser saymak mümkündür, ama bu ayrı bir inceleme konusudur. (Ön bilgiler için bk. Aydın 2005, 2008; Demir 2009).
Standart dil, en iyi biçimde ders kitapları ve günlük gazetelerde temsil edilir. Bunun nedeni her ikisinin de mümkün olduğunca geniş kesimlerce anlaşılır olmak, mümkün olan en yüksek okuyucu sayısına ulaşmak gibi ortak amaçlarının olmasıdır. Bunlardan ilki, yukarıda da işaret edildiği gibi, ağız kullanımına doğası gereği kapalıdır. Eğitim standart dille verildiğinden ders kitapları da standart dille olmak durumundadır. Standart dile en fazla ihtiyaç duyulan alanların başında zaten eğitim gelir. Buna karşılık basın organları daha esnektir. Ağız kullanımına veya standart dilden sapmalara özellikle yerel gazetelerde daha sık rastlanır. Şimdiye kadar ağız araştırmalarımı yoğunlaştırdığım Alanya ve Kıbrıs’ta yayımlanan yerel gazetelerde ağız kullanımının çeşitli örnekleri görülür. Gazetelerde ağız kullanımıyla ilgili en çarpıcı örneklerden birini Alanya’daki yerel gazetelerde, Alanya ağzıyla yazılan köşelerin bulunması oluşturur. Bunların içinde de en meşhuru, Yeni Alanya gazetesindeki Amat Bilir köşesidir. Uzun yıllardır bu köşede, Alanya ağzıyla çok farklı konular, alaycı bir üslupla ele alınır. Bu köşe, gazetenin en fazla okunan ve ilgi gören köşesidir (www.yenialanya.com.tr).
(Örnek olarak bakınız: https://www.yenialanya.com/haber/4031235/goggocanin-sari-unudulmaz-2)

Televizyon

İstanbul ağzına dayanan yeni standart dil, kodlanmasından itibaren, eğitim kurumları, basın yayın gibi kanallarla yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır. Yazı dili eğitim kurumları aracılığıyla yeni nesillere aktarılırken, bölgeler üstü geçerliliği olan, yazı diline oldukça yakın bir konuşma dilinin yaygınlaşmasında en önemli araç hiç şüphesiz televizyon olmuştur. Yaygınlaştırılmaya çalışılan konuşma dilinin en büyük temsilcisi uzun yıllar özel diksiyon eğitimi almış spikerlerin görev yaptığı ve başka varyantlara izin verilmeyen TRT olmuştur. Televizyon, elektriğin ulaştığı her köye ulaşma şansı bulmuştur. 1990’lı yıllara kadar bu konuşma dili, yerel ağzın baskın olduğu bölgelerde okullarda öğretmenlere, resmi dairelerde bazı görevlilere özgü, varsa televizyonda rastlanan bir varyant olarak görülmüş, ağız üzerinde yok edici bir etkide bulunmamıştır. Ağızların baskın olduğu bölgelerde hala eğitimli kesimin de ağız konuşması bunu açıkça gösterir. Yerel varyantlar zaten yazılmadıkları için yazılı alanda standart biçimle bir rekabete girmeleri söz konusu değildir. 1990’lı yıllarda özel televizyon kanallarının kurulmasını takiben, standart dille ağızlar arasında çok daha yoğun bir etkileşim ortaya çıkmış, böylece standart konuşma dili en güçlü ve en etkili aracına kavuşmuş, hayran olunan insanlar her gün evlerin başköşesinde “güzel”, “ince”, “kibar” İstanbul ağzıyla konuşmuşlardır. Ayrıca iç göç nedeniyle asıl ağız bölgelerinin dışına çıkan insanların da okullardan ve televizyondan tanıdıkları İstanbul ağzına yaklaşan biçimleri tercih etme eğiliminde olduğu gözlenmektedir.
Özel televizyon kanallarının kurulmasıyla standart dilin en etkili aracı olan televizyon, bu defa yerel konuşma biçimlerinin konuşuldukları bölgelerin dışına çıkması ve daha geniş kesimlerce fark edilmesinde en önemli araç durumuna gelmiştir. Bunun sonucunda standart dilin ve ağızların kullanım alanında çok dikkat çekici bir kesişme olmuştur. Ağızlar bir taraftan standart dilin etkisiyle standarda yaklaşmışlar, eğitimli genç nesiller tarafından daha az kullanılır olmuşlardır. Ancak standart dilin kullandığı araçları kullanarak ağızlar da bölgelerinin dışına çıkmışlar ve daha önce standart dile özgü alanlarda kullanılır duruma gelmişlerdir. Bu nedenle günümüzde standart dil ile ağızlar arasında her zamankinden çok daha karmaşık bir ilişki vardır. İstanbul ağzına dayalı konuşma dilinin en güçlü kanalı olan televizyonlarda; dizilerde, bazı kanalların eğlence programlarında, yerel kanallarda ağza bolca yer verilmektedir. Başlı başına bir araştırma konusu olan bu gelişmeden standart konuşma biçiminin kalesi durumundaki TRT de nasibini almıştır.
Bu gerçeğe karşın, televizyonlarda kullanılan ağızlara karşı tutum, ağızların konuşulduğu bölgeyle ilgili genel kanılarla örtüşecek biçimde değişken olabilmektedir. Örnek olarak, Karadeniz ağzı konuşulması hoşgörüyle karşılanırken, Doğu Anadolu ağzının konuşulması tepki çekebilmekte (ağızlara karşı tutumla ilgili olarak bk. Şen 2006), benzer programlar yapan ağız konuşuru sunuculardan birine ses çıkarılmazken bir başkası tepki çekebilmektedir (örnek olarak bk. Arman 2003, Çelebi 2003). Hatta televizyonlarda yerel dil kullanılmasının dili bozduğu şeklinde yaygın bir görüş de vardır. Her ne olursa olsun, bugün ağızların bir şekilde fark edilmesinde televizyonun en önemli araç olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Televizyonlarda kullanılan ağızların Türkiye’de konuşulanlarla sınırlı kalmadığını vurgulamaya gerek yoktur; örnek olarak Elveda Rumeli dizisine bakılabilir. (https://www.youtube.com/watch?v=7wLaXylMt80) Bu yeni eğlence ögesi, bu yönüyle, kahramanların ayırıcı özellikleri arasında konuşmalarındaki farkların önemli bir yer tuttuğu Ortaoyunu, Hacivatla Karagöz gibi geleneksel tiyatroyla da kesişmektedir.
Televizyonlarda, kendine özgü bir dil kullanılan haberler başta olmak üzere, ağız kullanımının alışılmış olmadığı programlar da vardır. Buna karşılık çeşitli eğlence programlarında ve sevilen dizilerde farklı derecelerde ağız kullanılabilmektedir. Bunlardaki ağız kullanımı, ağızlara karşı belli bir hoşgörünün oluşması, ilgili ağzı konuşanların ise kendi konuşmalarının utanılacak bir şey olmadığının farkına varması sonucunu doğurmaktadır. Bu, özellikle ağız konuşanların “cahil”, “görgüsüz”, “kaba” insanlar olmadıklarının görülmesiyle daha da yaygınlaşacaktır. Yerel yayın yapan kanallarda ise çok daha yoğun bir ağız kullanımı vardır.

İnternet

Bu yazıda ağız kullanımı açısından son olarak üzerinde duracağımız konu internettir. İnternetin getirdiği sınırsız özgürlükten ağızlar da en geniş anlamıyla yararlanmaktadır. Ağızlarla ilgili çok sayıda veriye ulaşılabilen internet, ağız kullanımı açısından burada hepsinin üzerinde ayrıntılı olarak duramayacağımız kadar zengin ve renkli bir veri kaynağıdır. Belli ağızlarla ilgili sözlük, deyim, metin örnekleri, fıkra, şiir, yerli ve yabancı filmlere yapılmış dublajlar vs. birçok internet sayfasında boy gösterdiği gibi bazıları e-maillerle tanıdıklara, arkadaşlara “ilet”ilmektedir.
İnternet, ağızları belgelemeye yönelik ciddi çalışmalarda yararlanılabilecek veriler sunmaktadır. Köy, belde ve şehirlere ait sayfalar başta olmak üzere sözlük öğelerine veya ağız örneklerine yer veren sayfaların sayısı her geçen artmaktadır. Örnek olarak, belgelemeye çalıştığımız Ankara’nın farklı bölgelerinin ağızlarına ait kelime ve deyimlere internette ulaşmak mümkündür. İlgili ağzı tanıyanlar, amatör bir ruhla da olsa, çevrelerinde yaşayan, dikkat çekici buldukları dil ögelerini sayfalarına almakta, başkalarıyla paylaşıma açmaktadır. Bu, ağızlara ulaşmada yepyeni bir yoldur. İnternette ulaşılır durumdaki verileri kullanırken dikkatli olunması gerektiği açıktır. Ancak internetin, alan uzmanı olmayan, ama kültürel bir öge olarak ağzın korunmasına katkıda bulunmak isteyenlere önemli fırsatlar sunduğu, alan uzmanları içinse daha önce büyük zahmetlerle elde edilebilecek verilere ulaşmalarına imkan sağladığı da göz ardı edilemez.
Daha çok standarttan sapan biçimleri belgelemeye yönelik bu tür çalışmalar yanında, internette ağızlarla yazılmış şiir, fıkra, hikaye gibi türlere de rastlanmaktadır. Buna, Ellağam bir gış gunuydün/Seni gorduğumde diye başlayan, Çorum ağzıyla seslendirilmiş ve yazılmış bir şiiri (https://www.youtube.com/watch?v=Qbgyv7V9M60veya İngilizce ve Kıbrıs ağzıyla yazılmış, ilk dörtlüğü I am a Gıbrıslı gız, Emmy derler adıma / I would like to tell you, neler geldi başıma / Every Sunday aynı şey, I nearly çadlaycam / My dad brings me dünürcü, illa illa alacam olan Dünürcü örneklerini verebiliriz (https://www.kibrispostasi.com/c35-KIBRIS_HABERLERI/n34055-i-am-a-gibrisli-giz-dilber-derler-adima). Bu tür örneklerin sayısını çoğaltmak mümkündür, ancak yazının amacı örnekleri sıralamak değildir.
İnternette ağızlar açısından bir başka ilgi çekici gelişme de yerli yabancı birçok filme farklı ağızlarda dublaj yapılmasıdır. Eğlence olsun diye yapılan bu tür dublajlarda argo kullanılan çok sayıda örnek olduğu gibi, argoya yer vermeyen, dalga bulaj takımı videolarında olduğu gibi başarılı denemeler de bulunmaktadır (örnek videolar için bakınız: https://onedio.com/haber/ddt-nin-gulmekten-yerlere-yatiran-birbirinden-ilginc-13-dublaj-videosu-511778).
Televizyonlarda sınırlı sayıda ağız kendini duyurma şansı bulurken, gönüllü katılımına açık internette neredeyse her bölgeyle ilgili bir şeylere ulaşmak mümkündür. Yine televizyondan farklı olarak, internette ulaşılan bir örneği tekrar tekrar dinlemek ve başkalarına aktarmak mümkündür. Eskiden sınırlı sayıda, genellikle komşu ağızlarla karşılaşılırken internet kanalıyla çok sayıda ağız okunur ve işitilir olmuştur. Bu yeni durumda ağız örnekleri aynı ağzı konuşanların değil, ilgi duyan herkesin kullanımına ve katkısına açıktır. Böylece dil içindeki yerel çeşitlilik çok daha belirgin bir şekilde ortaya çıkma ve gelişme fırsatı bulmaktadır.

Sonuç

Başta da söylendiği gibi, yerel konuşma farkları her doğal dilde vardır. Ağız konuşmayı hor görmek, aşağılamak için hiçbir dilbilimsel neden yoktur. Dil gerçeğiyle örtüşmeyen ütopik tek biçimli dil beklentisine kapılmak ve yüzyıllar içinde ortaya çıkmış doğal dil biçimlerini hor görmek yerine, unutulmaları durumunda dil tarihinin vazgeçilmez bir temel taşının yok olacağı, ölen dillerde olduğu gibi, yıllar içinde o ağızla aktarılan bilginin de ortadan kalkacağının farkında olarak bu ağızları belgelemek ve incelemek gerekir (bk. Demir 2008). “Tek tip” dil beklentisi yazım açısından anlamlı olabilir, ancak çeşitli nedenlerle sürekli değişen, her türlü dış etkiye açık doğal dil için anlamsızdır. Her doğal dilde olduğu gibi Türkçede de ağızlar, az veya çok oranda herkes tarafından konuşulur. İstanbul Türkçesi konuşan biri de dilbilimsel anlamda bir ağız konuşurudur. Standarda temel alındığı için prestiji yüksek olan bu ağız yanında, düşük prestije sahip ağızlar da çok önemli sosyal ve psikolojik ihtiyaçları karşılar.
Yazılı metinlerde, televizyonda veya internette ağızların yoğun bir şekilde boy göstermesi elbette birinin ağız konuşması sonucunu doğurmaz, ama bunların ağızlara karşı farkındalık yaratacağı ve ağızlara karşı olumsuz tutumun değişmesine yardımcı olacağı göz ardı edilemez.

Kaynaklar
Arman, Deniz (2003). “Şive Uyarısı”. Vatan, 28 Haziran 2003.
Aydın, Mehmet (2005). “İki Örnek Çerçevesinde Popüler Yayınlar ve Ağız Araştırmaları”. Workshop on Turkish Dialects Orient Institute of the German Oriental Society 18-19 November 2005, İstanbul. [Bildiri metni.]
Aydın, Mehmet (2008) “Kurmaca Metinlerde Ağız Ögelerinin Kullanımı”. VI. Uluslar arası Türk Dili Kurultayı. 20-25 Ekim 2008, Türk Dil Kurumu. Ankara. [Bildiri metni.]
Çelebi, Melis (2003). “Parayı Versinler Süveyş Kanalı’ndan Çıkarım”. [Mahmut Tuncer’le Söyleşi.] Milliyet, 1 Kasım 2003.
Demir, Nurettin (2006). “Türkiye’de Dil-Lehçe-Şive-Ağız Tartışmaları”, Türkiye’de Dil Tartışmaları, Derleyenler: Astrid Menz – Christoph Schröder, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları, 119-146. 
Demir, Nurettin (2008). “Ağız Dokümantasyonu Niçin Gereklidir?” Türkiye Türkçesi Ağız Araştırmaları Çalıştayı, 25-30 Mart 2008, TDK, Harran Üniversitesi, Urfa. [baskıda, TDK.]
Demir, Nurettin (2009). “Edebi Metinlerde Ağız Kullanımı Hakkında Bir Ön Çalışma”. Turcological Letters to Bernt Brendemoen. Edited by Éva Á. Csató vd. (The İnstitute fo Comparative Research in Human Culture.). Oslo: Novus forlag:  97-108.
Giese, Friedrich (1907). Materialien zur Kenntnis des anatolischen Türkisch. Teil I. Erzählungen und Lieder aus dem Vilayet Konjah. Halle.
Özkan, Kaan (2001). Görünmez Adam. Tahsin Yücel Kitabı. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Şen, Meryem (2006). “Bölgesel Ağızlara Karşı Tutum”. Menz, Astrid – Christoph Schroeder. Türkiye’de Dil Tartışmaları. İstanbul: Bilgi Üniv. Yay. 185-208.




Bu yazı şu kitap içinde yayımlanmıştır: 
Demir, Nurettin (2011).    “Ağızlar Nerelerde Kullanılır.” 38. ICANAS, 10-15 Eylül 2007- Ankara/Türkiye. Bildiriler: Dil Bilimi, Dil Bilgisi, Dil Eğitimi. Ankara: AKDTYK. 2204-2211.

   

25 Nisan 2020 Cumartesi

Ankara Türküleri ve Ankara Ağızları



Madem ki Ankara Türküleri hakkında bir yazı okuyacaksınız, o zaman neden önce bir türküyle başlamayalım: https://webtv.kultur.gov.tr/Video/3055 
(Aşağıda bağlantılarını paylaşacağım türkülerin sözleri her zaman benim kullandığım metinle örtüşmüyor, bazılarını da bulamadım. Bulup paylaşan olursa sevinirim.)

Konu ve Amaç


Dil ve müzik arasında bir dilci olarak kurduğum en ilgi çekici benzerlik, özlerinde aynı olmalarıdır. Dil sınırlı sayıda araçla sonsuz ifade imkanı veren bir olgudur. Sesler, ekler, sözcükler sınırlıdır, ancak bu sınırlı araçlarla ifade edilebilecek şeylerin sınırı yoktur. Aynı durum müzik için de geçerlidir. Sınırlı sayıda nota vardır, ancak müzik üretiminin sonu yoktur. Bu özde benzerlik yanında özelikle sözlü müzik her şeyden önce bir dilde üretilir. O dilin sahip olduğu araçların tanıdığı imkanlar çerçevesinde ortaya çıkar. Türküler söz konusu olduğunda halkın doğrudan müzik üretimine katkısı söz konusudur. Halk sevinç ve keder başta olmak üzere pek çok duygusunu sözler ve sözlere eşlik eden müzikle de dile getirir. Bunu yaparken kendi çevresinde konuşulan dili, yani yerel konuşma biçimlerini kullanır. Bu nedenle ağız araştırmaları ile türküler arasında önemli bir bağ vardır. Bu bağ, Ankara ağızları ile Ankara türküleri arasında da görülür. Ankara’dan derlenmiş türkü metinleri, eğer standart dille kaydedilmişler ise doğrudan Ankara ağzının temsilcisidirler.
Aşağıda bu kitabın konusu olan Ankara türküleri çerçevesinde Ankara ağızları ve türküler hakkında kısaca bilgi verilecektir. Bilgiler daha çok Ankara ağızlarından derlemelere dayanacak, seyrek olarak ağız derlemesi olmamakla birlikte ağız özelliği taşıyan verilere de sahip Tan ve Turhan’ın (2000) çalışmasından da yararlanılacaktır. Yazıda ağız derlemeleri sırasında türkülerin kayıt altına alınışına ve derlenen türkülerde görülen dil özelliklerine odaklanılacaktır. Bu çalışma saf bir dil incelemesi değildir. Bu yüzden uzmanların tanıdığı ama genel okuyucunun yabancısı olduğu düşünülen akademik terimlerin kullanılmasından kaçınılacaktır. Dil özelliklerinde ayrıntılara girilmeyecek, uzman olmayan okuyucuların da farkına varabileceği düşünülen özelliklerin gösterilmesine öncelik verilecektir. Ankara ağızları terimi, Ankara ili sınırları içinde konuşulan, Oğuzca temeline dayanan yerel konuşma biçimlerinin tamamını göstermek için kullanılacaktır. Ankara ili sınırları içinde Türk dilinin başka kollarını konuşanlar da vardır. Kardeş dillerin türkülerinin çok nadir de olsa derlemeler sırasında kaydedilebildiği görülmektedir (Tan ve Turhan 2000: 61). Ancak bunlar, Ankara’dan derlenmiş olsalar da en azından dil açısından başka bir Türk dilinin ürünleridirler, bu nedenle çalışmamızın dışında tutulmuşlardır. Farklı kaynaklardan alıntılanan örneklerde bizim çalışmamız ve okuyucu kitle için önemsiz olduğu düşünülen transkripsiyon işaretleri kullanılmamış, transkripsiyonda belli bir standartlaştırmaya gidilmiştir. Yazı çerçevesinde kısaca dil kültür ilişkisine de işaret edilmiştir.

Türküler ve Ağız Derlemeleri

Türkülerin de arasında olduğu folklor ürünlerinin ağızlardaki eski dil özelliklerini iyi koruduğu düşünülür. Ayrıca folklor ürünleri derlemek günlük hayata dair olguları derlemekten hem konuşur hem derlemeci açısından daha risksizdir. Her şeyden önce folklor ürünlerini bilmek ve ilgi çekici biçimde anlatabilmek, anlatıcıya belli bir toplumsal prestij sağlar. Kaynak kişilere kendi konuşmalarının başlı başına bir araştırma konusu yapıldığını anlatmak folklor, gelenek görenek gibi hususlarda araştırma yapıldığını anlatmaktan daha zordur. Bu yüzden dil çalışması için alana çıkmış olan araştırmacılar bile, gelenek görenek derlemesi yaptığı izlenimi vermekten çekinmez. Alan çalışmasına konu olan ağzın konuşurları da derleme amacıyla bölgeye gelen bir araştırmacıyı fıkra, masal, türkü gibi folklor ürünlerini bilen, konuşkan biri varsa çoğu zaman doğrudan ona yönlendirir. Konuşmayı seven, derlemeciyi zorlamayacak bir kaynak kişi ise bölgenin yabancısı bir alan araştırmacısının aradığı en önemli şeydir. Bu yüzden yerel konuşmalardan metin derleme çalışmalarında başlarda günlük konuşmalar yerine türkü, masal, efsane gibi folklor ürünlerinin kayıt altına alınması önemli bir yer tutar. Yayın başlıkları ilk alan çalışmalarının bir kısmının doğrudan türkü derlemeye dönük olduğunu gösterir. Örnek olarak ilk metin derlemeleri arasında sayılan Giese’nin kitabının başlığını Türkçeye “Anadolu Türkçesinin İncelenmesi İçin Malzemeler, Bölüm I: Konya İlinden Anlatılar ve Türküler”, Räsänen’in 1926 tarihli Almanca yayının adını “Anadolu’dan Mani Derlemeleri”, 1931 tarihli Fransızca yayınını da   “Kuzeydoğu Anadolu’dan Türk Halk Türküleri” diye çevirebiliriz. Anadolu ağızlarından ilk geniş derlemeleri yapmış olan Ahmet Caferoğlu’nun metin neşirlerinde de folklor ürünleri önemli bir yer tutar. Bu yüzden başlarda ağız metni yayınları, sanki folklor ürünlerini derlemek için yapılmış gibi görünür. Yakın tarihli derlemelerde ise günlük konuşma metinlerinin derlenmesi ağırlık kazanır. Bunun asıl nedeni hiç şüphesiz değişen kültür ve hayat şartları nedeniyle forklor ürünlerini bilen ve anlatabilecek olanların azalmış olmasıdır. Ama dilcilik açısından baktığımızda folklor ürünlerinin eski dil özellikleri barındırsalar bile belli formlarının olması, başka bölgelerde üretilmiş olma ihtimalleri, sınırlı dilbilgisi ögesi barındırmaları gibi nedenlerle yerel ağızların incelenmesi için tek başlarına yeterli olmamalarıdır. Ancak asıl neden ilk sayılandır, yoksa her derlemeci bugün de alan araştırmaları sırasında folklor ürünleri derlemek ister.

Ankara Ağızları

Dil ölçütleri kullanılarak yapılan ağız sınıflandırmalarından birine göre Ankara ağızları; İçel, Kayseri, Kırşehir, Konya, Nevşehir, Niğde, Yozgat ağızlarıyla birlikte Türkçenin merkez grubu ağızlarını oluşturur (Boeschoten 1991: 156 vd.). Leyla Karahan’ın Anadolu ağızlarını üç büyük gruba ayırdığı sınıflandırmaya göre ise batı ağızları içinde kalır, ancak kendi içinde bir birlik oluşturmadıklarından farklı alt gruplara ayrılır. Buna göre Nallıhan, Akdeniz ve Ege bölgesi ağızlarının içinde olduğu I. grupta bulunur. Beypazarı, Çamlıdere, Kızılcahamam, Güdül ve Ayaş ağızları Bolu, Çankırı, Sinop, Çorum’un bazı bölgeleriyle birlikte IV. alt grupta kalır. Ankara Merkez, Haymana, Bâlâ, Şereflikoçhisar, Çubuk, Kırıkkale, Keskin, Kalecik ise VIII. alt grup içinde yer alır. Bu son grupta Ankara ağızları yanında Çankırı Kızılırmak, Çorum merkez ve güney ilçeleri, Kırşehir, Nevşehir, Kayseri, Sıvas’ın iki ilçesi ve Yozgat ağızları yer alır (1996: 116 vd.).  Ankara ağızlarıyla ilgili son kapsamlı çalışmalardan birini yapan Akca ise grupları daha fazla ölçüt kullanarak ayrıntılandırır (2012: 24 vd.). Akca, sınıflandırma denemesinde sesbilgisi özellikleri yerine -yor ekinin farklı biçimlerini kullanmayı ve ortaya çıkan ağız gruplarını ses ölçütleriyle desteklemeyi tercih eder. Buna göre –(I)yo biçimini kullanan I. grup, -(I)yoru biçimini kullanan II. grup ve –(I)yI biçimi kullanan III. grup olmak üzere Ankara ağızlarının üç gruba ayrıldığını yazar. Akca’nın sınıflandırmasına göre Çubuk’un kuzeyi ile Kazan ve Ayaş ilçelerinden Sarıyar ve Gökçekaya barajlarına uzanan bir sınır kuzeydeki II. ağız grubunu, aşağı yukarı Bala, Haymana ve Polatlı’nın  ortasından geçen bir sınır da güneyde kalan III. Ağız grubunu, merkezde kalan kalan I. gruptan ayırmaktadır.
Akca, bu grupları oluştururken şimdiki zamanın ifadesinde kullanılan –Iyor ekini temel almış, ayrıca fiil çekiminde birinci ve ikinci kişiler, r sesini korunup korunmaması, şimdi, gibi, öyle ve böyle kelimelerinin varyantlarını ölçüt olarak kullanmıştır. Buna göre I. ağız grubunda geliyor, geliyolar; gelirim, alırım; geliriz, alırız; var, gideller; şimdi ~ şindi; gibi, óyle, bóyle kullanılır. Aynı ölçütler II. grupta geliyoru, geliyollā; gelirin, alırın; geliriz, alırız; vā, gidellē; şinci ~ şincik; gibi, öyle, böyle biçimindedir. III. grupta ise aynı örnekler geliyi, geliyler; gelirim, alırım; gelirik, alırıh; var, gideler; hindi; gimi, eyle, beyle olarak ortaya çıkar. II. grubu oluşturan ağızlar aynı zamanda Karadeniz ve Bolu ağızlarına geçiş bölgesindedirler. Bu yüzden Karadeniz ağızlarında görüldüğü üzere bazı çekim eklerini düzlük yuvarlaklık uyumuna uygun olarak kullanma veya yuvarlaklaştırmaya göre iki alt gruba ayrılır. Kuzeydeki ağızların birinci alt grubu geldik, aldık, diriz derken, 2. alt grubu oluşturanlar ek ünlüsünde yuvarlak biçimleri tercih eder ve aynı sözleri geldük, alduk, dirüz biçiminde kullanır.
Elbette Ankara ağızlarını daha farklı ölçütler kullanarak veya şimdiki zaman yapısının tam bir envanteriyle daha farklı gruplara ayırmak mümkündür. Nitekim hem bizim derlemelerimiz hem de Akca’nın yayınları Ankara ağızlarında üç grubun ayrılmasında kullanılandan daha fazla şimdiki zaman biçimi olduğunu göstermektedir (bk. Akca 2011: 600 vd.). Ancak bu çalışmanın amacı açısından sınıflandırma konusunda bu kadar bilgi yeterlidir.

Ankara Ağızlarından Derlemeler

Ağız derlemelerinde folklor ürünlerine öncelik verme durumu, Ankara ağızlarından derlemeler için de geçerlidir. Kaynaklar, ilk Ankara ağzı derlemelerinden itibaren türkülerin de arasında olduğu folklor ürünlerinin toplandığını gösterir. Örnek olarak Ankara ağızlarından büyük sayılabilecek ilk metin derlemesini yayımlamış olan Räsänen’in kayıtları arasında masallar yanında o zamanki adıyla Yabanabad olan Kızılcahamam’da Hasan isimli bir kaynak kişiden derlenmiş dört uzun türkü de vardır. Ahmet Caferoğlu’nun 1948 yılında yayımladığı Orta Anadolu Ağızlarından Derlemeler adlı çalışmadaki örnekler arasında da bir kısmı bugün Kırıkkale sınırları içinde kalan yerleşim yerlerinden derlenmiş on bir adet türkü bulunur. Bunlardan İstanbuldan gelirkene / Iras geldim sürüsüne diye başlayan “Fare Türküsü” ve “Gız – Erkek” başlıklı türküler Kırıkkale Çongar Köyünden derlenmiştir (207-209). “Keskin Türküsü” ve “Avşar Beyleri Türküsü” Kırıkkale Yahşıhan’dan (211-214),  “Saya Türküsü” ve “Kına Türküsü” başlıklı türküler Kalecik, Gozayan köyünden, (s. 214-215), “Türkü” başlıklı metin Kırıkkale Karacalı köyünden, “Biçin Bitme İlâhisi”, “Ağıt”, “Türkü”, “Asger Türküsü” başlıklı metinler ise yine Kırıkkale Gökdere köyünden kaydedilmiştir (216-218). Ankara ağzının ses bilgisini inceleyen Hakan Akca’nın derlemiş olduğu geniş metinler arasında da türküler vardır. Ancak Akca’nın çalışmasında günümüz ağız derlemelerindeki eğilime uygun bir biçimde folklor metinleri derlemek gibi bir öncelik yoktur. Bu nedenle topladığı manzum metinler, çalışmanın tamamı göz önüne getirilince, Räsänen veya Caferoğlu’nun kayıtları kadar kapsamlı olmadıkları gibi bir kısmı aynı metnin farklı varyantları durumundadır. Bizim Ankara’nın çok farklı yerleşim yerinde yapmış olduğumuz uzun kayıtlar arasında da türkü veya manzum parça yok denecek kadar azdır (bk. Demir 2013).

Folklor Ürünleri ve Dil

Folklor metinleri geleneksel sözlü edebiyatın eşsiz ürünleri olarak taşıdıkları kültürel ögeler yanında, sözvarlığı ögeleri başta olmak üzere eski dönemlere ait dil özelliklerini barındırmaları ve her formun kendine özgü anlatı özellikleri nedeniyle dilcilik açısından da önemlidir. Ancak folklor ürünleri başka bölgelere taşınabilirler, bu sırada üretildikleri ağzın özelliklerinin taşınmasına da aracılık ederler. Diğer taraftan yeniden üretildikleri bölgenin özelliklerini de taşırlar. Böylece Ankara’da üretilen bir türkü başka bir bölgede karşımıza çıkarken hem Ankara ağzının hem de icra edildiği bölgede konuşulan dilin izlerini taşıyabilir. Çünkü insan bir türküyü, masalı, efsaneyi, atasözünü günümüzde olduğu gibi eskiden de nasıl duyduysa öyle aktarabilir, hatta türü vurgulamak için, anlatıldığı bölgeye yabancı ögeleri özellikle vurgulayabilir. 

Türküler ve Ankara Ağızları

Türküler formları nedeniyle söz dizimi açısından sınırlı malzeme bulundururken ses özellikleri, kısmen ekler ve daha geniş biçimde sözvarlığı açısından dikkat çekici veriler sunabilirler. Ağız derlemeleri amacıyla yapılmış çalışmalar, kayıtlar sırasında standart dilde kaydetme endişesi taşımazlar, ağızdaki dil özelliklerini yazıya yansıtmaya çalışırlar. Bunun için standart alfabede olmayan özel transkripsiyon işaretleri kullanırlar. Bu yüzden Ankara türkülerinin ses özelliklerini ve eklerindeki farklı söyleyişleri standart alfabenin verdiği imkanlarla kaydetmeye çalışan türkü derlemelerinden daha iyi yansıtırlar. Yazıda kullandığımız Tan ve Turhan’ın Ankara Halk Müziği adlı çalışmalarında ise az sayıda örnekte, aşağıda bir kısmına işaret edeceğimiz dil özellikleri Türkçe alfabenin verdiği imkanlar çerçevesinde kaydedilmiştir. Ancak bu çalışma da söz varlığı araştırmaları için her tür deleme kullanışlıdır.

Sesler

Ankara ağzının tipik ses özelliklerine Ankara türkülerinde de rastlanır. Ünlüler açısından dikkat çekici ses özelliklerinin başında ö ve ü seslerinin g-, k- seslerinden sonra u ve o’ya yaklaşıp arada bir ses olarak söylenmesi gelir. Bizim ó ve ú işaretleriyle göstereceğimiz bu ara seslerin Türkçenin önemli bir kuralı olan ünlü uyumuna etkisi yoktur. Ünlü uyumu, istisnası durumunda olan az sayıda örnek dışında genelde kelimenin ilk hecesinde ö ve ü varmış gibi devam eder. Bu yüzden g-, k- seslerinden sonra ö ve ü seslerinin art damak karşılıkları olan o ve u’ya dönüşmekten çok bir ara ses olduklarını söyleyebiliriz. Ancak araştırmalar tamamen o ve u’ya dönüşebildiklerini gösteren kayıtlar da yapmışlardır. Örnek olarak Caferoğlu’nun Kalecik’ten derlediği Saya Türküsünde götürdüm ve gökçe kelimeleri ö harfinin altına sesin ö değil de o’ya yaklaşan bir biçimde söylendiğini göstermek için özel bir işaret konularak yazılır. Buna karşılık iki kelimede sesler doğrudan o ve u ile gösterilir. goḳçe “gökçe” ve gun “gün”: Goḳçe kelimesinde k sesinin altı noktalı işaretiyle kar kelimesindeki k- gibi söylendiğinin işaretlenmesini hecenin tamamen ünlü uyumuna girdiği ve arka damak sesleriyle söylendiği biçiminde yorumlayabiliriz. Ancak yine de ikinci hecede a değil e sesi kullanılır. Aynı şey bir sonraki Kına Türküsü’nde geçen guççük kelimesi için de geçerlidir.
Benzer örnekler başka derlemelerde de görülür: kutúklü (Räsänen 1936: 77). Ağızlarda standart dillerde olduğu gibi tek biçimli yazılışlar beklenemez. Bu nedenle buradaki ses olayında da bir tutarlılık görülmez, aynı kelime farklı biçimlerde kaydedilebilir. górmez, görmezdi (84, 86).
Üzerinde durduğumuz ses gelişmesi, Ankara ağızlarının günümüzde de belirgin bir dil özelliğidir, bu yüzden yeni türkü derlemelerinde de karşımıza çıkar: gúrcisdanıñ, gúllere (Akca 2012: 163), yúk mü (Akca 2012: 188), góllerde, gúderim, kótú (Akca 2012: 190) vb. Az sayıda örnekte bu değişime başka pozisyonlarda da rastlanır: Óŋú “önü” (Akca 2012: 182) , dóḳmüş (Akca 2012: 305).
Ünlüler açısından Ankara ağızlarının önemli özelliklerinden biri de bazı ağızlarda e ile i bir ses olan kapalı e ile söylenirken standart Türkçede açık e’ye veya i’ye değişmiş olan sesin durumudur. Bu sesler İç Anadolu’nun başka ağızlarında da görüldüğü gibi Ankara ağızlarında i’ye dönüşebilmekte veya kapalı e olarak kullanılmaktadır. gice, yėriŋ (Räsänen 1936: 77), virelim  (Tan ve Turhan 2000: 32). E sesin i’ye dönüşmesi başka örneklerde de görülür: Silindi mi maşrapanın galayı (efem), Bozuldu mu ziybeklerin alayı (Tan ve Turhan 2000: 222).
Türkçenin önemli yapısal özelliklerinden biri olan ünlü uyumları, Ankara ağızlarından derlenmiş türkü metinlerde ünlü uyumlarının standart dildekinden daha ileridir. Öyle ki standart Türkçede belli şartlar altında uyuma girmeyen kelimeler Ankara ağızlarında Türkçenin ünlü uyumuna uyar: hanı (Akca 2012: 182), iprem (Räsänen 1936: 28), heber (Akca 2012: 305), mezeriyin taşı “mezarnının taşı” (Tan ve Turhan 2000: 285), Kayaya koydum kutu / Herkes yârine mutu “muti, tabi, bağlı” (Tan ve Turhan 2000: 173), halımda  “halimde” (Tan ve Turhan 2000: 182), Bahçalarda vişneyim (haydi gülümüz haydi haydi) / Bir güzele aşnayım (Tan ve Turhan 2000: 194) “aşina” gibi.
Türkülerde, iprem “İbrahim”, irafuh, “Refik” (Räsänen 1936: 78, 79), ilimon (Tan ve Turhan 2000: 197) örneklerindeki Türkçede söz başında bulunmayan ünsüzlerden önce ünlü türemesi gibi pek çok ses özelliğine rastlanır. Yine özellikle söz içinde ses düşmesi sonucu ortaya çıkmış ünlü uzunlukları görülür: māraya, gurban oldūmuŋ (Akca 2012: 306) gibi. Ancak bunlar Ankara ağızları açısından ayırıcı olmadıkları için burada üzerinde daha fazla durulmayacaktır.
Ünsüzler açısından Ankara ağızlarında arka damak k sesinin söz içi ve söz sonunda hırıltılı h sesine dönüşmesi Ankara türkülerinde de en dikkat çeken ağız özelliğidir. Ohudum (Akca 2012: 190), yahalım (Caferoğlu 215). Türkülerde geçen ilgi çekici ve k > h değişmesinden daha nadir görülen bir gelişme ise ğ harfi ile gösterilen söz içi ses ile Arapça kökenli saat kelimesindeki Türkçede olmayan gırtlak sesi ayının ünlü arasında h sesine dönüşmesidir. Bu değişmeler nedeniyle “Al kağıt mavi kağıt” diye de icra edilen türkünün Ankara’dan derlenmiş biçimi şöyledir (Tan ve Turhan 2000: 33): 
Al kâhat mavi kâhat
Ağlarım sahat sahat
Sen orada ben burada
Nasıl gönül ırahat
Sesbilgisi alanında İç Anadolu ağızlarında yaygın olan damak n’si, baŋa, deŋiz, kız kelimesinde olduğu gibi söz başında arka damak k- sesinin g- ile söylenmesi türkülerde de alışılmıştır. Ama bunlar Ankara ağızları açısından belirleyici değildir.
(Türküyü şuradan dinleyebilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=I5G4I6Cq4TQ)

Ekler

Ekler açısından türküler zengin bir veri sunmaz, ancak türkülerde yine de ilginç eklere rastlanabilir. Örnek olarak Ankara ağızlarında ilen edatı Ankara ağızlarında kendinden önceki kelimeye bitişir ve ünlü uyumuna girer. Bu sırada sona gelen n sesinin etkisiyle l sesi n’ye dönüşür:
Kereviz özüyünen
Kim görmüş gözüyünen
Adam yâre küser mi
Ellerin sözüyünen (Tan ve Turhan 2000: 150).
(Türküyü şuradan dinleyebilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=9O2R0i1A9rk)

Bülbüle su verdim altın tasınan
Çok günler geçirdim kara yasınan
Ben seni severdim bir hevesinen
Başın pınar ayakların göl olsun (Tan ve Turhan 2000: 91).

(Türküyü şuradan dinleyebilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=6WKUi2J6rCU)

Ankara türkülerinde ekler açısından korunan ilgi çekici bir yapı da belirtme halinin üçüncü kişi iyelik eklerinden sonra eksiz veya -n ile yapılmasıdır. –n ekinin iyelik eklerinden sonra belirtme olarak kullanılması hem Türkçenin tarihi dönemlerinde hem de günümüzde Tatarca gibi bazı kardeş dillerde korunur. Aşağıdaki örneklerde görüleceği gibi Ankara ağızlarında da böyle bir kullanım vardır:

Kayalar merdin merdin
Kim bilir kimin derdin
Ağaçlar kalem olsa
Yazılmaz benim derdim (Tan ve Turhan 2000: 176).
 (Türküyü şuradan dinleyebilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=duHfDLiVn-Y)
Aynı eke şu örnekte de rastlarız:

Vardım baktım süt büşürür
Südün gaymağın daşırır, (…)
Vardım baktım un eler,
On parmağın kınalar (Tan ve Turhan 2000: 237).

Ankara türkülerinde görülen dikkat çekici eklerden biri de -ca /-ce ekinin “kadar” anlamında sınırlama işleviyle kullanılmasıdır:

Sarı yazma dizece
Gidelim bizece
Sarılalım yatalım
İlk bahardan güzece (Tan ve Turhan 2000: 216).

Söz Varlığı

Türkülerin dilcilik açısından en ilgi çekici oldukları yön, söz varlıklarıdır. Örnek olarak kilav “düzenli, yerli yerinde” (Akca 2012: 149) , mürd olur “kurur” (Räsänen 1936: 85), gıprıh “kırpık, kırpılmış, (ağaç için) kısa” (Caferoğlu 1948: 212) gibi sözler standart dil konuşurlarının kolayca çıkarabileceği anlamlara sahip değildir. Nesilden nesle aktarılabilen türkülerde günlük dilde hatta türkünün derlendiği ağız da bile artık kullanımdan düşmüş kelimeler korunur. Böylece daha eski bir dönemde türküyü üretenlerin kelimeyi tanıdığına dair izler türkülerde kalır. Aşağıda örneklerle gösterileceği üzere bir türkü zaman zaman bir kelimenin derleme bölgesinde kullanıldığının tek tanığı olabilir. Ankara türkülerinde de geçmişe ait sözlere ve bu sözlerin taşıdığı kültür ögelerine bolca rastlanır. Bu tür örneklerin tam bir dökümünü vermek bu yazının amacı değildir. Ancak bunlardan bir kısmını yorumlamak konuyu aydınlatma açısından ilgi çekici olabilir. Örnek olarak Räsänen’in derlediği şu dörtlüğü alalım (1936: 79):

İrafuh çavuş guran dutar
Beyler efe senden beter
Inanmayıŋ sözlerine
Çendermeler alınan dutar

İlk bakışta türküde bugün bilinmeyen bir söz yok gibidir. Ancak son satırda geçen ve “tuzak, aldatma, hile” anlamına gelen al kelimesi bugün ancak bulmacalarda çıkan, günlük dilde kullanımdan düşmüş bir kelimedir.
Bir başka örnek olarak epeyce meşhur olan “Kayaların Arını” türküsünü verebiliriz. Bu türküde günümüz açısından ilgi çekici iki kelime geçer: Kayaların arını / Süpürseler karını (…) kayalar merdin merdin (Tan ve Turhan 2000: 175). İlk dizede geçen arın kelimesi “alın”, ikinci dizede geçen merdin ise “sert” anlamındadır ki bunların anlamını standart Türkçeden hareketle çıkarmak imkansızdır.
Yine “Her Sabah Her Seher Gelir Geçersin” adlı türküde onmadığımı diye bir ifade geçer: Ben de bildiğim onmadığımı / Daha çilelerim dolmadığını (Tan ve Turhan 2000: 149). Onmak burada “düzelmek, düzene girmek” anlamında kullanılır ki bu da standart Türkçede yoktur. 
Evlerinin önü tahta daraba (Tan ve Turhan 2000: 127) dizesindeki daraba “tahta perde, tahta bölme” anlamına gelir.
Pencerenin perdesi / Geri vurdu dermesi (Tan ve Turhan 2000: 200) dizelerinde geçen derme Derleme Sözlüğü’nde “Yelek, önü işlemeli bir çeşit yelek” olarak adlandırılmıştır.

Türküde kullanılan bu kelime ise standart Türkçeden hareketle anlamı çıkarılamaz. 



Aşağıdaki türküde geçen sergen sözcüğüne anlam olarak “mutfak rafı; tahıl, meyve, sebze serip kurutmaya yarayan yer” gibi anlamlar verilir. Ancak türkümüzdeki ikinci kullanım sözlüklerde kayıtlı bu tanımların metne tam da uygun olmadığını gösterir. Birinci sergen’in kullanımı bilinen anlamlara uygun gibidir. Ancak ikinci kullanılışta uzanılan bir yer olmalı. İnternet kaynağı Ekşi Sözlük’te verilen ocağın bulunduğu odaya yakın sıcak bir bölüm anlamı türküye daha uygundur.


Sergende gümüş balta da, oğlan gülüm oğlan
Yar gelir darta darta, oğlan gülüm oğlan
Sergene uzanmışım da, oğlan gülüm oğlan
Gül gibi gızarmışam da, oğlan gülüm oğlan (Tan ve Turhan 2000: 95)

(Türküyü şuradan dinleyebilirsiniz [İlgili bölüm geçmiyor ama en azından türkü hakkında bilgi veriyor, ayrıca Anakra ağzıyla söylüyor: https://www.youtube.com/watch?v=7SEPCCAFQjs

Ankara türkülerde geçen ilgi çekici kelimelerden biri de yenile sözcüğüdür:
Kapuz kestim yine yok
Haydi halin nedir diyen yok (Yar yar aman, ayrılamam)
Aman yenile bir yar sevdim
Haydi gözün aydın diyen yok. (Tan ve Turhan 2000: 166).
(Türküyü şuradan dinleyebilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=58XC_S-9i0o)

Potinimin bağına
Düştüm gönül ağına
Yenile bir yar sevdim
O da gelmiş çağına (Tan ve Turhan 2000: 202).
(Türküyü şuradan dinleyebilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=vIkC3rdkYfY)

Yenile, bugün standart Türkçede kullanılmamakla birlikte ağızlarda görülür. Bu yüzden Derleme Sözlüğü’nde anlamı “Şimdi, pek az önce” olarak kaydedilmiştir. Aynı sözcüğe yeñile biçiminde tarihi metinlerde örneklerine rastlanır. Örnek olarak Tarama Sözlüğü’ndeki “Yeni, henüz, yeniden, pek yeni” anlamı verilen örneklere daha uygundur. Ayrıca Tarama Sözlüğü’ndeki farklı örnekler, kelimenin eskiden yaygın olarak kullanıldığını gösterir. Ankara’da söylenişi de yenile değil yeñile olmalıdır.

Ankara türkülerinde geçen kimi yerel sözlerin tek tanığı türkülerdir. Bir türküden geçen kelinin örnek olarak Derleme Sözlüğü’nde türkü dışında tanığı olmamaktadır. Ya da kelimenin Ankara’da geçtiği kaydedilmemiştir. Böylece bir türkü Derleme Sözlüğü gibi geniş bir kaynaktaki eksik bilgiyi de tamamlamış olmaktadır. Aşağıdaki türkü parçasında geçen dolak sözcüğü bunun ilgi çekici bir örneğidir. Kelime Derleme Sözlüğü’ne göre Malatya, Kayseri ve Ordu’da “Başörtüsü, tülbent, yazma, Ayağa, sıcak tutması için sarılan yün kumaş; Ayağa, sıcak tutması için sarılan yün kumaş” anlamlarıyla kullanılmaktadır. Aşağıdaki türkü kelimenin Ankara ağızlarında da kullanıldığını gösteren tek tanık durumundadır:

Karpuz kestim sulandı,
Gine gönlüm bulandı
Elâ gözlüm boynuna
Mavi dolak dolandı (Tan ve Turhan 2000: 167).


Türkülerde yöreye özgü bitki adlarına da rastlanır. Örnek olarak Ankara ağızlarında “lahana”ya kelem dendiği Derleme Sözlüğü’nde Hasanoğlan’dan bir örnekle belirtilmiştir. Ancak aşağıdaki Türkü Çubuk’tan derlendiği için örnek, bu sözcüğün Çubuk ağızlarında da kullanıldığının tanığıdır.

Beş pınar dedikleri
Kelemdir yedikleri
Hiç aklımdan gitmiyor
O yarin dedikleri (Tan ve Turhan 2000: 170).

Derleme Sözlüğü’nde “Tekme, çifte: Beygir çocuğu bir depikte yıktı.” Biçiminde anlamlandırılmış ve örneklendirilmiş olan kelimenin belgelendiği yerler arasında Ankara yoktur. “Sabah oldu güneş doğdu bacadan” türküsünün nakaratı bu kelimenin Ankara ağızlarında da kullanıldığını gösterir.


Anne niçin verdin beni çocuğa
Bir dekmükte yuvarlandı bucağa (Tan ve Turhan 2000: 207).


Giderim şöyle böyle / Gül dibini hergeyle (Tan ve Turhan 2000: 158) türküsünde geçen herg sözcüğü Derleme Sözlüğü’nde “Sürülüp dinlenmeye, nadasa bırakılan tarla” anlamıyla geçmektedir. Ayrıca herg itmek birleşik fiili de vardır. Ancak buradaki hergeyle- biçimi Derleme Sözlüğü’nde de kayıtlı değildir.

  
Oldukça yaygın bir türkü olan “Burçak Tarlası” Ankara ağızları açısından birden çok özellik taşır. Bu yüzden bütün olarak yorumlanması Ankara türküleri ile Ankara ağızları ilişkisini göstermek açısından yararlı olacaktır. Sesler açısından diken yerine tiken denmesi, ederim yerine iderim; gaynana, gız gibi sözlerde söz başında k- yerine g- kullanılması, imiş yerine zorumuş örneğinde ünlü uyumuna uygun biçimin kullanılması dikkat çeker. Ekler açısından ile yerine –ınan; oturak, kurtulak örneklerinde -alım yerine –a-k eklerinin kullanılması dikkat çeker. Sözvarlığı açısından Ankara ağızlarının en meşhur kelimesi olan bebe’nin geçmesi dikkat çeker. Yine metindeki pıtırak sözcüğünün kullanımı epeyce yaygın olmakla birlikte Derleme Sözlüğü’nde Ankara ağızlarında kullanıldığı kaydedilmemiştir. Bu nedenle türkü pıtırak kelimesinin Ankara ağızlarında da kullanıldığını tanıklamış olmaktadır. Ancak Türküde asıl ilgi çekici olan, yazımız çerçevesinde üzerinde ayrıntılı duramayacağımız sosyal yaşamdır. Türkü bize burçak yolmaya erken gidildiğini, burçağın el ile yolunduğunu, bu sırada ele diken, pıtırak battığını; günün uzun sürdüğünü, burçak tarlasında çocuk olmanın zorluğunu anlatıyor aynı zamanda.

Sabahınan kalktım elimi salladım deydi tiken
İntizar iderim (vay vay) burçak ekene
İlahi gaynana ömrün tükene
Amanın gızlar ne zorumuş burçak yolması
Burçak tarlasında (vay vay) bebe de olması

Sabahınan kaltım elimi salladım deydi pıtırak
Öğlen olmadı ki (vay vay) azcık oturak
Bir iki tarla değil tezden gurtulak
Amanın gızlar ne zorumuş burçak yolması
Burçak tarlasında (vay vay) bebe de olması (Tan ve Turhan 2000: 208).

(Türküyü şu adresten dinleyebilirsiniz:  https://www.youtube.com/watch?v=pGcTNmFQctc)

Türküler, Dil ve Kültür


Türkülerde korunan söz varlığı ayrıca bir önceki örnekte de görüldüğü gibi kültür araştırmaları açısından da ilgi çekicidir. Burada korunan kelimeler, deyimler öylesine kelime veya deyim değildirler, bunlar artık kullanımda olmayan kültür ögelerinin de tanıklarıdırlar. Ankara türkülerinde sohu daşı kullanımdan kalkmış olmakla birlikte bazı köylerde, örnek olarak Sarıyar’da hala görülebilen “tahıl dövmeye yarayan taş dibek” (Akca 2012: 219), asbap taşı “üzerinde kıyafet yıkanan taş” (Räsänen 1936: 85), gayıt “eşya, giyecek” (Caferoğlu 1948: 211), kómüşlü “mandası olan” (Akca 2012: ), tuluk “içine peynir, pekmez, yağ gibi şeyler koymaya yarayan deri” (Akca 2012: 622), çuvallık dokuyorum (Tan ve Turhan 2000: 52) “çuval olarak kullanılmak için dokunan şey”, altı patlar (Caferoğlu 1948: 212) “bir tabanca türü”, Sap yükledim kağnıya türküsünde geçen sap ve kağnı sözleri, veya ot kağnısı (Tan ve Turhan 2000: 212) gibi sözler, sadece söz varlığı ögesi değil aynı zamanda kültürel öge olarak da ilgi çekicidir. Bunlar insanların bugün artık alışılmış olmayan eski uğraşları, yaşayışları, kullandıkları araç gereçler, bir vakitler hayatlarında yeri olan veya hayatlarına yeni giren ögeler hakkında da ipucu veren sözlerdir. Örnek olarak Güzel kızlar polis olmuş / Hemen teslim olalım (Tan ve Turhan 2000: 228) biçimindeki türkü kızların polis olmaya başladığı dönemde üretilmiş olmalıdır, bu yüzden sosyal değişimin türküde kayıt altına alınmış halidir.
Yine söz varlığı açısından ilgi çekici olmamakla birlikte 1940’lı yıllarda derlenmiş bir metinde Tirene bindim de tiren salladı (Caferoğlu 1948: 211) o dönem trenle yolculuk edildiğini, Bursa gınasın aldı mı (Akca 2012: 304) biçiminde bir dize ise bize Bursa kınasının türkünün üretildiği zaman ve mekanda önemli, değer verilen bir şey olduğunu gösterir.

Türküler toplumdaki sosyal hayatın ve sosyal hayattaki değişmelerin de bolca yer bulduğu bir alandır. Ankara ağızlarındaki türkülerin bir kısmı sadece barındırdıkları kelimeler açısından değil yansıttıkları sosyal veriler açısından da ilgi çekicidir. Örnek vermek gerekirse “Sabah Oldu Çocuk Gider Oyuna” adlı türküde çocuk evlilikler konusu işlenir. Ankara ağızlarıyla ilgili alan araştırmalarım sırasında hem çocuk evlik yapmış olanların öykülerini hem de neden erken yaşta evlenildiğine dair kayıtlar da yaptım. Derlemelerim arasında kendisi de erken evlenmiş bir kaynak kişinin yoksulluk nedeniyle “evden bir boğaz eksilsin diye gızları erkenden everirlerdi” sözleri en fazla dikkatimi çeken neden olmuştu. Kızılcahamam’dan derlenmiş olan türkü erken evlilik hakkında sadece Ankara türkülerinde değil genel olarak türkülerde işlenmiş en ilgi çekici örneklerden biridir:


Sabah oldu güneş doğdu bacadan
Öğlen oldu çocuk gelir hocadan
Anne benim gaderim yok gocadan

Anne niçin verdin beni beni çocuğa
Bir dekmükte yuvarlandı bucağa

Ben giderken ekinlerin göğüdü
Açıldı mı yaylaların söğüdü
Tükendi mi köyümüzün yiğidi

İlahi çocuk Allah'ından bulaydın
Bulaydın da ben dengime varaydım

Sabah olur çocuk gider oyuna
Oynar oynar taş doldurur goynuna
Mebalı da şu kâyanın boynuna

Anne niçin verdin beni beni çocuğa
Bir dekmükte yuvarlandı bucağa
(Tan ve Turhan 2000: 207).




Türkülerde pek çok aşk ve sevda sözlerine rastlanırken sosyal sorunların dile getirildiği de olur. “Merdivenden indirdiler” diye başlayan türkü geçen Kahrevine gönderdiler ve Gaynanamın eski huyu / Akşam durulur durulur (Tan ve Turhan 2000: 183) sözleri de mutsuz evlikler ve kaynana gelin çekişmesinin dile getirildiği parçalardan biridir.

Türküler aynı zamanda ciddi toplumsal eleştirileri de yansıtırlar. Bu her güzel türküde olduğu gibi kelimelerin ustaca kullanılmasıyla olur. Bunların en çarpıcı örneklerinden birini şu kalenderî örneği oluşturur:

Asalet altın idi pul oldu
Türlü türlü bedenlere çul oldu
İmanın yolu keseden geçeli
Kimi pula kimi kula kul oldu yar ey.

Kim biliyor ilim ile irfanı
Hamiyyeti, vicdanı, vatanı
Endamın güzel, kesen doluysa
Sensin herkeslerin beyi sultanı yar ey. (Tan ve Turhan 2000: 282).

(Türküyü şu adresten dinleyebilirsiniz https://webtv.kultur.gov.tr/Video/3069)

Türkülerin Kökeni ve Dil

Son olarak dil özelliklerinin türkünün üretildiği bölge hakkında da ipucu taşıdıklarına dair kısa bir not düşmek yerinde olacaktır. Başta da söylendiği gibi türküler başka bölgelere kolayca aktarılabilen kültür ögeleridir. Bu nedenle üretildiği bölgenin çok uzağında bir yerde bir türküye rastlanması beklenen bir durumdur. Bununun örnekleri Ankara’da görülür. Bu tür türkülerin belirlenmesinde türküde geçen dil ve kültür özellikleri işe yarar. Örnek olarak Ankara Halk Müziği kitabının 61. sayfasındaki “Bahçelerde Ayda Bar” adlı türkünün ilk ve son dizeleri şöyledir.

Bahçelerde ayda bar, şelebim nenni
Bugün evde bay da var, şelebim nenni,
(…)
Şelebim şimşir kaşıkday, şelebim nenni
Men şelebiye aşıkday, şelebim nenni.

İlk dizede var yerine bar, son dizede ben yerine men, gibi yerine kullanılan ve kaşıkday ve aşıkday sözlerine bitişik yazılmış olan day bu parçanın Ankara ağzına ait olamayacağını, olsa olsa Kırım Tatarlarından derlenmiş olabileceğini gösterir. İşaret edilen dil özellikleri sadece Türkiye Türkçesinde değil Oğuz grubu Türk dillerinin hiçbirinde görülmez.
Bunun gibi Ankara’dan derlenmiş bazı türkülerde geçen sözler türkünün asıl üretim yerinin Ankara olmasının zor olduğunu gösterir. Örnek olarak şu türkünün denizi olmayan Ankara’da değil başka bir bölgede üretilmiş olması gerektiğine işaret eder.

Denize dalayım mı
Bir balık alayım mı
Ay battı güneş doğdu
Daha yalvarayım mı


(Türküyü şuradan dinleyebilirsiniz
: https://webtv.kultur.gov.tr/Video/3053)

Yine Räsänen (1936: 80 vd.) tarafından derlenmiş olan Hacı Bey türküsünde geçen Ayvalık, Ödemiş gibi yer adları türkünün, en azından türküde anlatılan konunun kaynağı hakkında ipucu verir. Ancak metin yine de Ankara ağzının özelliklerini yansıtır. Bunda metin derlendiği sırada bugünkü anlamda yaygın bir standart konuşma biçimi yoktur. O yüzden anlatıcı başka yere ait bir türküyü söylerken bile kendi ağzında alışılmış biçimleri tercih etmiştir.

Sonuç


Bu çalışmada Ankara türküleri ve dil, ağız derlemeleri ve türkü derlemeleri hakkında genel bilgiler verildikten sonra Ankara türküleri taşıdıkları dil ve kültür ögeleri açısından incelenmiştir. Ankara türkülerinde geçen ve Ankara türkülerinde geçip Ankara ağızları için tipik olduğu düşünülen dil özelliklerine işaret edilmiştir. Söz varlığı ögeleri üzerinde daha fazla durulmuştur. Elbette konuyu çok daha ayrıntılı ele almak mümkündür, ancak söylenenlerin kitabın genel çerçevesine uygun olmasına dikkat edilmiştir. Daha başka çerçevelerde her bir konunun ayrıntılı olarak incelenmnesi mümkündür. Türküler sadece dil değil, toplumsal değişmelerin yansıması açısından çok önemli kaynaklardır. Ancak yazı çerçevesinde ister istemez bu konularda ayrıntıya girilmemiştir.



(Buraya kadar okuduğunuza göre misket'i dinlemeyi hakettiniz:  https://www.youtube.com/watch?v=NHLdPpbopZ0) 


Ankara ağızlarının belgelenmesi adlı çalışmadan hareketle hazırladığımız belgesel için bakınız: 


Kaynaklar


Akca, Hakan (2011). “Ankara İli Ağızlarında Şimdiki Zaman Ekinin Varyantları.” Turkish Studies 6/1: 597-605. 



Akca, Hakan (2012). Ankara İli Ağızları. Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü. 



Boeschoten, Hendrik (1991). “Aspects of Language Variation.” H. Boschoten/L.

Verhoeven (eds.), Turkish Linguistics Today. Leiden: E.J. Brill. 150-193. 

Demir, Nurettin (2013). Ankara Örneğinde Ağızların Belgelenmesi. Ankara: TDK.

Derleme Sözlüğü, http://tdk.gov.tr/index.php?option=com_ttas&view=ttas.
Giese, Friedrich (1907). Materialien zur Kenntnis des anatolischen Türkisch. Teil I. Er­zählungen und Lieder aus dem Vilayet Konjah. Halle: Verlag von Rudolf Hauf.

Räsänen, Martti (1926). “Eine Sammlung von Mâni-Lidern aus Anatolien”. JSFOu, XLI/2: 1-60. 

Räsänen, Martti (1931). Chansons populaires turques du nord-est de l’Anatolie. Helsinki: Imprimerie de la
          Société Litterature Finnoise.

Räsänen, Martti (1936). Türkische Sprachproben aus Mittel-Anatolien III. Ankara, Kaiseri, Kırşehir, Çankırı, Afion
           
VIl. Helsingforsiae: Societas Orientalis Fennica.

Tarama Sözlüğü. http://tdk.gov.tr/index.php?option=com_tarama&view=tarama.


Bu yazı şu kitabın içinde yayımlanmıştır:
Demir, Nurettin (2017). “Ankara Türküleri ve Ağızları”. Anadolu'nun Sırlı Sesi, Müziğiyle Ankara. Yay. Kur. Ali Uçan vd. Ankara: SFN Yayınları. 90-101. 
Kitabı şu adresten indirebilirsiniz: www.ankaraka.org.tr › muzigiyle_ankara_kitabi