9 Ağustos 2020 Pazar

Akademik Türkçe

Akademik Türkçe

 

Gazetecilerin dile ilgisi her zaman yoğun olmuştur. Bu anlaşılır bir şey. Dili kullanarak yapılan bir mesleği icra ettikleri için bu anlaşılır bir şey. Ayrıca Türkçenin bugünkü sadeliğine kavuşmasında basının çok, ama çok büyük katkısı vardır. Ancak bazı gazetecilerimiz akademik metinlerin dili konusunda da eleştiriler getirmekte, yazı başlıklarından örnekler vererek, bilim dilinin ne kadar anlaşılmaz olduğunu göstermeye çalışmaktadırlar. Türkçenin pek çok alanı gibi akademik dil alanının da uzmanı yoktur. Oysa konunun ayrıntılı araştırılması gerekir. Yine gazetecilerimizin yanılgıya düştüğü birkaç hususa işaret etmek istiyorum.

Akademik dil, bir meslek dilidir. Standart dil içinde özel amaçla kullanılan çeşitlenmelerden biridir. Akademinin çok farklı anları olduğu için akademik dil, tek biçimli değildir. Aynı alanda bile çeşitli nedenlerle farklı ifade biçimleri, farklı terim tercihleri, kullanılan kelimeler, ulaşılmak istenen hedef kitle gibi nedenlerle çeşitlenmeler olur.

Akademik Türkçe, edebi eserler gibi alt okumalara izin vermez, yasa metinleri gibi kural koymaz. Kendine özgü yönleri vardır, ayrı bir yazı konusudur.

Akademik yazıların başlıkları özel adlar arasında sayılır. Özel adların bir kısmında gösteren değişmezken kişi adlarında olduğu gibi gösterilen her seferinde farklıdır. Ahmet adı her seferinde bir başka kişiye işaret eder. Şehir adları, ülke adları gibi bazı özel adlar ilk bakışta gösterilenin de gösterenin de tekil olduğu örnekler bulunabilir. Ancak bu, belli örneklerle sınırlıdır. İstanbul, Ankara gibi gösterenin de gösterilenin de tekil olduğu örneklerin sayısı azdır. Avşar, Çamlıdere gibi pek çok gösteren, her seferinde başka bir yerleşim yerinin adı olabilmektedir.

Akademik metinlerin başlıkları, metni sadece adlandırmaz, aynı zamanda metin hakkında bilgi verir, onu tanımlar. Kaynak arayana alan darlığı nedeniyle ipucu niteliğinde bilgi verir. Yazar, akademik metne ad verirken hem kendi yazılarından hem de başkalarının benzer konulardaki yazılarından ayırıcı bir ad bulmak gibi güç bir durumla karşı karşıya kalır.

Akademik metinlerin içerikleri gibi başlıklarını da anlamak için alan bilgisi gerekir. Eğer akademik dilde bir anlaşılmazlık sorunu varsa, önce o alandan insanların tartışması gerekir. Türkçe elbette herkesin söz söyleyebileceği bir alan, ancak dil incelemeleri de tıp gibi, matematik gibi belli yöntem ve ölçütlerin kullanıldığı bir bilim dalıdır. O yüzden akademinin popüler görüşlerin peşinden gitmesi gerekmez. Karnı ağrıyana herkesin önerebileceği bir tedavi yöntemi vardır. Dille ilgili konularda da öyledir. Uzmanlık ağrının nedenini bulup doğru tedavi önerisinde ortaya çıkar.

İnternet sayesinde akademik yayınlar kolay ulaşılır oldu, o yüzden uzman olunmayan alanlarda akademik yazılara ulaşıp da "vay ben bunu anlamadım" diye feryat etmenin anlamı yok. Anlamak isteyen düzgün yazılmış bir akademik metni elbette anlayabilir; ama gereken çabayı ve emeği harcayarak. Alan uzmanlarının bile anlamak için tekrar tekrar okuduğu metinler vardır. Örnek vermek gerekirse ben Aspekt im Türkischen'i ilk okuduğumda aklımda sadece "Aspekt diye bir şey varmış" kalmıştı. Anlamak için tekrar tekrar okudum, okudukça gelensel zaman anlayışının ne kadar eksik olduğunu gördüm.

Akademik dildeki farklılığın Türkçeye özgü olduğunu düşünmek de çok yanlıştır. Akademik metin üretilen bütün dillerde aynı durum vardır. Başka dilleri konuşanların akademik metinleri çatır çatır okuduğu kanaati varsa, kanaati taşıyan ya dil ya da akademik dil bilmiyordur.

Almanca yazdığım bir kitabımın başlığı ve Türkçesini vereyim: Hangi dili biliyorsanız o gözle bakın... Türkçesinde yabancı kelime yok. Ama alan uzmanı olanların önemli bir kısmının, olmayanların ise tamamının hiç bir şey anlamayacağını söylebilirim:
Postverbien im Türkeitürkischen: "Türkiye Türkçesinde Art Fiiller".

Ben alanımdan olmayan yazıları, biraz popülerleştirilmiş bir dil ile yazılmışsa okurum. Alanımdan olup da iyi bir Türkçeyle yazılmamış, araştırma yöntemleri açısından yetersiz yazılara bakarım. Beni ileri taşıyan, yeni bir şey öğrendiğim yazıları -ki bunlar dil olarak da yöntem olarak da usta malı yazılardır - döne döne okurum.

Okuyacak dünya kadar güzel yazı var, iyi yazılmamış, yeni bir şey söylemeyen yazılara, hakemlik, editörlük, destek, danışmanlık gibi bir mecburiyetim yoksa ayıracak vaktim yok. Daha doğrusu okuyacak dünya dolusu güzel metin var. Kötü metinlere kızacağıma, iyi metinlere hayran olurum.

2 Mayıs 2020 Cumartesi

YABANCI KELİMELER VE YAZIM SORUNLARI



Tarihi Dönemler ve Günümüzdeki Durum Hakkında Gözlemler



Fr. train. Demir yolu arabaları katarı. (Katar kelimesi tururken, şive-i lisanımıza asla uymayan bir lügat-i ecnebiyyenin isti’maline ne hacet?” (Şemseddin Sami, Kamus-ı Türki, Dersaadet 1317, 400).




Giriş

Bu çalışmada, kısa bir girişten sonra, İngilizceden kopyalanmış kelimeler, bu kelimelere karşı tavır ve kelimelerin standart dilde sorun olarak ortaya çıkan bazı yönleri üzerinde durulacak, kopya kelimelerle ilgili yazım sorunlarının kaynağı olarak alfabenin rolü değerlendirilecektir (kopya terimi için bk. Lars Johanson, Türkçe Dil İlişkilerinde Yapısal Etkenler: ANkara 2007). Ayrıca Türkçenin tarihi dönemlerinden Eski Anadolu Türkçesi ile günümüz arasında yabancı kelimelere yaklaşım açısından birtakım benzerliklere işaret edilecektir. Ele alınacak konuları bütün ayrıntılarıyla değerlendirmek ve örneklendirmek bu yazının sınırlarını aşar. Bu nedenle yazı, bir ön değerlendirme ve “sorun” olarak görülen konulara yeni bir bakış açısı getirme denemesi olarak algılanmalıdır.

Düzenleme Alanı: Standart Dil

Türkçenin güncel sorunları denilince birçok husus iç içe geçmekte, dille ilgili olarak birbirinden bağımsız ele alınması gereken çeşitli konular birlikte alınmakta ve ortaya karmakarışık bir görüntü çıkmaktadır. Örneğin üslup zaafları, yazım yanlışları, ağız kullanma, yabancı kelimelerin yazımı, iş yeri adları, kısa mesaj dili, internet dili, dil eğitimi ve eğitim dili, sosyal tabakaların konuşması, kısaltmaların okunuşu, ürün adları, ürün tanıtım bilgileri, kaç kelimeyle konuşulduğu vb. gibi hepsi ayrı inceleme konuları olan hususlar aynı kefeye konabilmektedir. Bunun sonucunda kuralcı açıdan bakıldığında içinden çıkılmaz görünen manzara karşısında, uygulanması imkânsız öneriler ileri sürenler hiç de az değildir. Ne var ki işaret edilen hususların hepsi dille ilgiliyse de standart dille ilgili değildir.
Dil içinde çeşitlilik her doğal dilde vardır. Çeşitlerin hepsi belli işlevleri yerine getirir ve incelenmeleri dili bütün olarak anlamamız için büyük öneme sahiptir. Ancak bu çeşitlenmelerin tümü standart dil ve standart dili düzenleme görevi olan kurumların ilgi alanına giren şeyler değildir. Örnek olarak internette kullanılan Türkçeye, ağızlara, sosyal tabakaların konuşmalarına genel geçer düzenlemeler ve sınırlamalar getirmeye çalışmak ne gerekli, ne yararlı, ne de mümkündür. Dille ilgili düzenlemeler söz konusu olduğunda üzerinde durulması gereken şey standart dil ve standart dilin alanına giren hususlardır.
Geniş kesimlerce anlaşılır olmak gibi bir amacı olan günlük gazeteler ve ders kitaplarında en iyi biçimde temsil edildiği düşünülen standart dille ilgili düzenlemeler ağırlıklı olarak yazımla sınırlıdır. Yazımda belli standartlar ve neyin nasıl yazılacağına dair kurallar koymak, “doğru” biçimler belirlemek mümkündür. Buna karşılık söz dizimi, sözcük seçimi, cümlenin uzunluğu gibi hususlarda genel geçer kurallar ve belli alışkanlıklar veya beklentiler dışında, sınırlamalar koymak güçtür. Eş anlamlı kelimelerden hangisini kullanacağı, bir cümlenin kaç kelimelik olacağı, söz diziminin ne oranda karmaşık olacağı yazanın bileceği bir şeydir. Söz varlığında birtakım düzenlemeler getirme denemeleri olmuş ve olmaktadır, ancak buradaki kısıtlamalarda ulaşılan başarı, yazımdakiyle kıyaslanamaz.
Standart Türkçenin yazımında sürekli gündeme gelen bazı konular vardır. Bunların başında öğretimi ve kavranması sorun olmaya devam eden bitişik ve ayrı yazım, kesme işaretinin kullanımı, Arap alfabesinden miras kalan inceltme “^” işareti gibi iletişim açısından işlevsiz yazım ögeleri yanında, yabancı kökenli kelimelerin yazımı gelmektedir.

İngilizce Kopyalar

İngilizce geçen yüzyılın ortalarından itibaren prestij dili olarak hızlı bir şekilde Fransızcanın yerini almıştır. Türkçenin yazımında sorun olan kelime kopyaları günümüzde bu dilden yapılmaktadır. İngilizce kelimelere karşı Türkçedeki tutumda kabaca Türkçe karşılık bulma, söylenişe göre yazma, İngilizcedeki imlasına göre yazma biçiminde, kısmen paralel giden üç farklı yaklaşımdan söz edilebilir. Bunların her biri zaman zaman diğerine tercih edilir. Kelime ve terim ihtiyacını İngilizce veya İngilizceyi çağrıştıran kelimelerle karşılamayı ayrı bir tutum, ayrı bir aşama olarak buna ekleyebiliriz.
İlk tutum, İngilizce kelime için Türkçe kökenli veya Türkçeye daha önce girdiği için artık yadırganmayan kelimelerin kullanıldığı Türkçe veya Türkçe kabul edilen malzemeye dayalı bir karşılık bulma şeklinde ortaya çıkar. Bu yapılırken türetme, kısaltma, birleştirme, eski dönemlere ait kelimeleri kullanma gibi Türkçenin farklı kelime türetme imkanlarına başvurulabilmektedir: yıldız, “meşhur”, dörtlü final, ikinci el, yarı zamanlı, tutsat/tutulu satış, bakımlı erkek vb. Bu tür örnekleri artırmak ve daha fazla ayrıntılandırmak mümkündür, ancak yazının amacı bu değildir. Çok sayıda yeni kavram bu şekilde Türkçeye aktarılmıştır. Bu yeni kelimelerin bir kısmında İngilizce kelime ile Türkçe öneri arasında doğrudan bir anlam ilişkisi yoktur. Mesela tutsat/tutulu satış ve bakımlı erkek, sırasıyla İngilizce mortgage ve metroseksüel’e karşılık olarak bulunmuştur. Ancak bu kelimelerin seçimine daha önceki bir anlamsal örtüşme neden olmamıştır; İngilizcedekilerle aralarında önceden kaynaklanan doğrudan bir anlam bağı kurmak güçtür. Buna karşılık yıldız, dörtlü final, ikinci el, yarı zamanlı örneklerinde doğrudan anlam kopyası vardır. İngilizce kelimelerdeki anlamlar, Türkçede başka bir anlama karşılık olan ve bu nedenle yadırganmayan kelimelere yüklenmiştir: yıldız = star, dörtlü final = final four, ikinci el = second hand, yarı zamanlı = part time vb. Böylece Türkçe kelimelerin anlam alanları genişlemiştir. Söz varlığında bir artma olmazken, kelimelerin taşıdığı anlam yükü artmıştır.
Psikolojik olarak en fazla kabul gören ve taraftarı olan tercih, budur. Bu tercihte, yeni  bir Türkçe kelime türetilmiş kabul edilmektedir. Malzeme ve kavram birlikte kopyalanmadığı için ortada bir etki olduğu düşünülmemektedir. Düşünülmesi durumunda da yeni türev, Türkçenin yeni kavramları karşılamada bir başarısı olarak görülmektedir. Oysa burada da dil ilişkilerinin doğal sonucu olan ve ilişki dil biliminde iyi bilinen bir etki söz konusudur: Türkçede olmayan bir kavram, Türkçe malzemeye yüklenmiştir. Yeni kelimelerin, zaman zaman hızlı değişen ve eskiyen teknolojilerle ilgili olması nedeniyle sürekli yeni kelime türetme ihtiyacı, her kelimeye uygun karşılık bulmanın zorluğu, halk arasında başka biçimlerin tercih edilmesi, karşılıkların uyandırdığı çağrışımlar, karşılığın istenen ayrıntıyı göstermemesi gibi birtakım sorunları vardır.
İkinci bir yol İngilizce kelimeyi okunuşuna göre vermek şeklinde kendini gösterir: Şekspir, faynıl for, parttaym, morgıç. Bu durumda sözlüklere girmeyen veya girse de yaygınlaşmayan kelimeler ortaya çıkmaktadır. Günümüzde İngilizceden Türkçeye giren kelimeler açısından en sorunlu olan ve zaman zaman yazım kılavuzuna alınmalarına rağmen en az tercih edilenler, okunduğu gibi yazılan kelimelerdir. Bu tür kelimelerin kullanım sıklığı azdır.
Son tutum ise İngilizce kelimenin olduğu gibi yazılmasıdır: Shakspeare, final four, part time, mortgage, star vb. Orijinale göre yazma eğilimi gittikçe artmaktadır. Öyle ki Türkçede eski tarihli kopya oldukları için okunduğu gibi yazılan kelimeleri aslına göre yazma eğilimi ortaya çıkabilmektedir: ambulans / ambulance, direkt / direct. Bunda İngilizce bilgisinin ve İngilizce biçimlerin bilinirliğinin artması, moda eğilimler, dikkat çekme vb. gibi çeşitli dilsel veya sosyopsikolojik nedenler rol oynamaktadır. Yine de alıntı kelimeleri asıllarına göre yazma alışkanlıkları dille ilgilenenlerin en fazla tepkisini çeken, ama aynı zamanda yaygınlaşan bir tutumdur. İnternette basit bir tarama, bazı kelimeler açısından aradaki farkı göstermeye yetmektedir.
İngilizce yazma eğilimi, Türkçe veya Türkçedeki Arapça ve Farsça kelimelerin yazımına da çeşitli nedenlerle sirayet edebilmektedir: eskidji, cooltuk, Taxim vb.
Türkler tarafından özellikle uluslararası rekabete açık ürünlere İngilizce adlar bulunduğunu da görmekteyiz. Dikkat çekmek, kaliteyi çağrıştırmak vb. dil dışı nedenlerle işyeri adı, ürün adı, marka adı vb. olarak İngilizce veya İngilizceyi çağrıştıran kelimeler kullanılabilmektedir: direct drive, seven hill, LC WAIKIKI, TURKCELL vb. 

Tarihi Dönemlerle Benzerlikler

Türkçe başka dillerle sürekli ilişki içinde olmuştur. Gerçi iletişim ve ulaşım imkânlarının hiçbir dönemle kıyaslanamayacak kadar gelişmiş olması nedeniyle bugünkü dil ilişkilerinin araçları, yoğunluğu, genişliği ve sonuçları daha önceki dönemlerle karşılaştırılamaz. Ancak yine de geçmişte yaşanan süreçler günümüzü anlamamıza, günümüzdekiler de geçmişteki benzer durumlar için daha sağlıklı yargılara ulaşmamıza yardımcı olabilir.
Türkçe ilişkiler açısından tarihinde de günümüzdekine benzer süreçler geçirmiştir. Mesela Uygur dönemi günümüze benzer özellikler taşır. Bu dönemde ortaya konan eserlerin büyük bir kısmı, dini içerikli çeviri metinlerdir. Bu metinlerde orijinal dildeki dini terminolojiyi Türkçeleştirme yönünde başlarda büyük bir gayret gösterilmiş ve başarı sağlanmıştır. Ancak geç tarihli çevirilerde yabancı kökenli kelimelerin yavaş yavaş arttığı görülür.
Son derece ilgi çekici olan ve Türkçecilik tarihi açısından ayrıca araştırılması gereken Uygur dönemini[1] bir tarafa bırakarak 13. yy.dan itibaren Anadolu’da gelişmeye başlayan yazı dilindeki durumu günümüzle kıyaslamakta yarar vardır. Oğuzcaya dayanan bu yeni yazı dili 1928 yılına kadar kullanılmış olan Arap harfleriyle yazılmaktaydı. Başlarda dini-tasavvufi düşünceleri Arapça ve Farsça bilmeyen, eğitimsiz halk arasında yayma düşüncesi taşıyan ve bu nedenle halkın da anlayacağı sade bir Türkçeyle yazılan Türkçe metinler, sonraki dönemlerden kalanlara göre daha anlaşılır durumdadır. Eski Anadolu Türkçesi, İstanbul’un fethinden ve imparatorluğun başkenti olmasından sonra yerini yavaş yavaş klasik Osmanlıcaya bırakır. Gerek Eski Anadolu Türkçesi, gerekse klasik Osmanlıca döneminde Türk Dil Kurumu gibi standart dili düzenleyen, Milli Eğitim Bakanlığı gibi bu düzenlemelerin yaygınlaşmasına aracılık eden kurumlar yoktur. Ancak klasik Osmanlıcada belli yazım alışkanlıkları zamanla kabul görmüş ve yerleşmiştir.

Arapça ve Farsça Kelimelere Karşı Tutum

Eski Anadolu Türkçesinin başlangıcında Arapça ve Farsça kelimeler yerine, dini terminoloji de dahil olmak üzere, Türkçe kökenli veya Türkçeye başka dillerden daha önce girmiş olan karşılıklar kullanılır. Var olan, ancak İslami anlamdaki içerikle ilgisi olmayan Türkçe kelimelere yeni anlamlar yüklenir: tamu = cehennem, uçmak = cennet, elçi / yalavaç = resul/peygamber vb.
Bir sonraki aşamada eski ve yeni kelimeler aynı anda kısmen eş anlamlı olarak kullanılmaya başlanmıştır: tamu ~ cehennem, uçmak  ~  cennet, elçi  ~  yalavaç  ~ resul  ~ peygamber.
Bir müddet paralel kullanılan “eski” ve “yeni” kelimelerin metinlerdeki dağılımı ve değişme hızı aynı değildir. Örnek olarak 14. yüzyıldan kalan Kısas-ı Enbiya’da uçmak ve türevleri 204 defa geçerken aynı anlama gelen ‘adin 1, firdevs 4 defa kullanılır, cennet ise hiç geçmez. Buna karşılık tamu 65, yeni biçim cehennem 15 defa kullanılır. Resûl 125, resulullah 42 defa, aynı anlamdaki yalavacı / yalavaç / yalvacı 57 defa kullanılır. Buna karşılık yeni biçim  peygâmbar/peygambar  619 defa geçer. Hepsi dini terminolojiye ait bu kelimelerdeki dağılım her kelimenin ayrı geliştiğini açıkça göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Yine zıt anlamlı sayılabilecek kelimelerden cennet hiç geçmezken cehennem’in ona göre dasha sık kullanılması, Arapçadan yapılmış bir çeviride Farsça kökenli peygamber kelimesinin Türkçede var olan yalavaç kelimesinden ve Arapça resul’den çok daha sık geçmesi dikkat çekicidir.
Gerek Türkçe gerekse Arapça ve Farsçadan kopyalanmış kelimelerin yazımında Eski Anadolu Türkçesi döneminde henüz bir standart yoktur. Aynı kelimenin farklı biçimlerde yazıldığı görülür:  pâzişâlık / pâdişāhlık / pâzişâhlık / pazişâhlık; peri / perî / perî, peygamber / peygâmbar, pınduk /bınduk / bunduk, rahîm / rahim, rahman / rahmān, salkım / salkum,  açık /açuk,  añsızın / añsuzın vb.
Bu yazım çeşitliliğinde, model olacak normların olmaması yanında okunuşa göre yazma eğiliminin, Arapça ve Farsçada fonem iken Türkçede fonem olmayan seslerin verilmesindeki kararsızlığın da etkisi olmalıdır: pādişāh / pāzişā / pāzişāh (z’ler peltek ze denilen zel harfi ile yazılır), sabr / sabır / sabur (s’ler sad harfiyle yazılır). Örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Zamanla Arapça ve Farsça bilenlerin -ki eğitim alanlar biliyordu, eğitim almayanlar arasında da dini terminoloji başta olmak üzere bu dillerle ilgili ögelere bir aşinalık vardı- sayısının artmasına paralel olarak Türkçede eskiden var olan kelimelerin yerini Arapça ve Farsça kökenli kelimeler alır. Böylece tamu, uçmak, elçi, yalavaç kelimeleri kullanımdan kalkar veya İslami içeriklerini Arapça ve Farsça kökenli kelimelere bırakır. Bu aşamada yeni olan cehennem, cennet, peygamber kelimeleri aynı kavramları ifade eden Türkçe kökenli veya Türkçeye daha önce kopyalanmış kelimelerin yerine geçer. Bugünkü İngilizce kelimeler gibi o zaman için yeni ve alışılmadık olan bu kelimeleri daha eskileriyle değiştirmeyi bugün kimse savunmaz.
Arapça ve Farsça kelimelerin bilinirlik oranının artmasına paralel olarak aynı alfabeyi kullanan bu dillerden alınan kelimeler ve bu kelimelerin yazılışı alışılmış hale gelmiş, böylece Türkçede herhangi bir fonem değeri olmayan sesleri gösteren harfler Türkçe metinlerde kullanılmaya başlanmış olmalıdır. Mesela sabır, tesir, sene kelimelerindeki s’ler, hava, halk, hal kelimelerindeki h’ler,  zikir, zevk, zayıf, zalim kelimelerindeki z’ler Arapçada farklı fonemler oldukları için Türkçede de farklı harflerle gösterilmiştir. Zamanla kelimelerin verici dildeki orijinal biçimlerine göre yazılması yaygınlaşmış, böylece klasik Osmanlıcanın en tutarlı yazım kuralı ortaya çıkmıştır: “Arapça ve Farsça kelimeler aslına göre yazılır”. Türkçe kelimelerde ise yazım alışkanlıkları daha esnektir.
Latin harflerinin kullanımında açıkça görüldüğü üzere Türkçe açısından ayrı harflerle gösterilmeleri önem taşımayan sesler için de farklı harflerin kullanılabildiği görülmektedir. Örnek olarak su kelimesi sin veya sad ile dolu kelimesi tolu, dolu şeklinde tı, te ve dal harfleri ile yazılmıştır. Yine kendi ve kapı kelimelerindeki k’ler için farklı harfler kullanılmıştır. Bunun yanında Türkçede farklı fonemler oldukları için ayrı harflerle gösterilebilecek sesler için tek bir işaretin kullanılmasının örnekleri de az değildir. Mesela o, ö, u, ü, v fonemleri için vav; ı, i ve y fonemleri için ya; g, k, ñ fonemleri için kef harfi kullanılmıştır. Görüldüğü gibi aynı alfabeyi kullanan Arapça ve Farsçadan kopyalanan kelimelerdeki Türkçe açısından gereksiz ayrıntılandırma korunurken, Türkçe kelimelerde olabilecek ayrıntılar gösterilmemiştir. Her iki durumun arkasında da aynı neden yatmaktadır: Alfabenin alındığı dilde bu ayrımların olması veya olmaması.
Özetlersek bu dönemde yabancı dil ve kültürlerle karşılaşma sonucu Türkçe dilsel tavır gösterilmesi gereken durumlarda üç tutum ortaya çıkmıştır.
1. Yabancı kelimeye Türkçe karşılık bulma, var olan kelimeye yeni anlamı yükleme
2. Yabancı kelimeyi Türkçe karşılıkla birlikte kullanma, orijinal yazıma dikkat etmeme
3. Yabancı kelimeyi olduğu gibi yazma
Her üç tavrın da kendine göre birtakım sorunları ve sonuçları vardır. Örnek olarak birinci durumda Türkçe kelimelerde orijinal kavramla örtüşmeyen çağrışımlar ortaya çıkabilir veya istenen ayrıntı verilmemiş olabilir. Örnek olarak eski uçmak ve elçi kelimelerinin gösterdiği kavram ile İslami anlamdaki cennet ve peygamber kelimelerinin anlamları tam olarak örtüşmeyebilir. İkinci aşamada eş anlamlı kelimelerin yüzde yüz eş anlamlı olmaması nedeniyle farklı adlandırmanın aynı zamanda farklı kavramlar oldukları kanaati ortaya çıkabilir. Olduğu gibi yazma durumundaysa Türkçe söyleyişte fark edilmeyen ama orijinal dilde Türkçede olmayan fonemlere sahip kelimelerin yazımı ciddi bir sorun olabilir vs.
Kolay gözlenen bu üç aşamayı bir dördüncü aşamanın takip ettiğini söyleyebiliriz. Osmanlı döneminde gözlediğimiz bu dördüncü aşamada yeni terim ihtiyacı Arapça ve Farsçanın imkanları kullanılarak karşılanmıştır. Özellikle batı dilleriyle ilişki sonucu ortaya çıkan terim ihtiyacında bu yönteme başvurulur: efkar-ı umumiye, Tanzimat vb. Öyle ki Arapça kurallara göre türetilen kelimelerden Arapçada kullanılmayan ama Osmanlıcada görülenler vardır: ‘umran “bayındırlık” vb. Bu tutum ise Türkçenin kendi türetme kurallarının körelmesi sonucunu doğurmuştur.

Sorunun Kaynağı: Alfabe

14. yüzyılda farklı biçimlerde yazılabilen Arapça ve Farsça kökenli kopyaların zamanla asıllarına göre yazılması ve bunun klasik Osmanlıca yazımın en tutarlı kuralı haline gelmesi ile günümüzde İngilizce kelimelerin asıllarına göre yazılması eğiliminin arkasında aynı neden yatar: kullanılan alfabe.
Anadolu’da Türkçe yazılmaya başlandığı zaman eğitim dili Türkçe değildir. Eğitim alanlar Arapça ve Farsça öğreniyor, böylece kopya kelimelerin verici dilde nasıl yazıldığını biliyorlardı. Türkçe yazdıkları metinlerde de bu kelimeleri giderek artan oranda asıllarına göre yazmaları doğal görünmüş olmalıdır. Bu kelimelerde geçen bazı sesler konuşma dilinde büyük bir ihtimalle kullanılmıyordu. Ancak bu gerçek, kelimelerin asıllarına göre yazılmasının önünde bir engel olmamıştır. Bunları doğru yazmak, iyi eğitim almış olmanın bir göstergesi de sayılmış olabilir. Bu nedenle yazarlar, şairler ve çevirmenler, yazılışına aşina oldukları kelimelerin yazımlarını da Türkçe metinlere olduğu gibi aktarmış olmalıdır.
Arap harflerinin kullanıldığı uzun dönemde farklı alfabelerle yazılan dillerden de alıntılar yapılmıştır. Ancak başka alfabeleri kullanan dillerden alınan kopyalarda aslına göre yazma diye bir sorun ortaya çıkmamıştır. Türkçenin gerek Arap harfleriyle gerekse Latin harfleriyle yazıldığı dönemde yoğun ilişkiler yaşamış olduğu Fransızca kelimelerin durumu ilgi çekicidir. Osmanlıcaya Fransızcadan kopyalanan kelimelere bu açıdan göz atmakta, bugün de sürmekte olan sonuçları olduğu için yarar vardır. Fransızca kökenli veya Fransızca aracılığıyla Türkçeye geçmiş kelimelerin yazımında belli alışkanlıklar oluşmuştur. Bu alışkanlıklarda Fransızca kopyaların Arap harflerinin kullanıldığı Osmanlı döneminde, özellikle Tanzimattan sonra yoğunlaşmış olmasının önemli bir etkisi vardır. O dönemde verici dilden farklı bir alfabe kullanıldığından kopya kelimelerin okunduğu gibi yazılması bir sorun olmamıştır. Bugün yazımda, Fransızca kökenli çok sayıda kelimenin kopya olduğunu gösteren herhangi bir iz yoktur. Fransızca kökenli kelimelerin yazımındaki alışkanlıklar, bugün bile batı dillerinin ortak söz dağarcığına ait, mesela Latince kökenli kelimeleri Fransızca söylenişe göre yazma eğilimini ortaya çıkaracak kadar güçlüdür.
II. Dünya Savaşından sonra prestij dili olarak Fransızcanın yerini İngilizcenin aldığına yukarıda işaret edilmiştir. Günümüzde eğitim kurumlarında en fazla ilgi gören yabancı dil, İngilizcedir. Fransızca ise büyük bir prestij kaybı yaşamıştır. Bu kaybın sonucu olarak Türkçeye “sorun” yaratacak yeni Fransızca kelime girmemektedir. Fransızcanın bir zamanlar çok yoğun olan etkisi azalırken, İngilizceninki sürekli olarak artmıştır. Öyle ki Cumhuriyet öncesi romanlara alay konusu olacak derecede yaygın olan Fransızca ilgisinden günümüzde eser kalmamıştır. Böylece Türkçedeki Fransızca eski kopyalar yeni kopyalarla yazım sorununa neden olacak derecede desteklenmez olmuştur.
İngilizceden giren kelimelerin ise nasıl yazılacağı konusunda, yeni ve çok sayıda olmaları, belli yazım alışkanlıklarının olmaması gibi nedenlerle büyük bir karmaşa yaşanmaktadır. Bazı kelimelerin Türkçede gerçekten bir alıntı olarak mı yoksa o an sözün gelişi olarak mı kullanıldığı belli değildir. İngilizceden Türkçeye giren bu kelimelerdeki yazım sorunları Türkçe kelimelere de sirayet edebilecek bir hal alabilmektedir. Bunun en önemli nedeni de tıpkı Arap harflerinin kullanıldığı dönemde aynı alfabeyle yazılan Arapça ve Farsça kelimelerde olduğu gibi yine alfabedir. Ayrıca burada Kiril alfabesini kullanan Türk dillerinde Rusça kaynaklı kelimeler için benzer sorunların olduğunu, Rusça kelimelerin Rusçadaki imlasına göre yazıldığını hatırlamakta yarar vardır.
İngilizce kelimelerde söylenişle yazım arasında Türkçede olduğundan çok daha büyük bir uçurum olmakla birlikte, alınan kelimeler ayrı bir araştırma konusu olan nedenlerle orijinal biçime göre yazılmaktadır. Bu eğilim, Arap harflerinin kullanıldığı dönemde kopyalandıkları için yazılışı orijinalinden farklı olan kelimelerin de aslına göre yazılmasına neden olabilmektedir. Ancak bu da yine tıpkı Eski Anadolu Türkçesi döneminde olduğu gibi yazımda yeni sorunlar ortaya çıkarmaktadır. Bu sorunlardan en dikkat çekici olanı ve en fazla tartışılanı hiç şüphesiz standart Türkçe alfabede olmayan harfleri barındıran kelimelerin durumudur. Bunlardan da en fazla tartışma konusu olanlar q, x ve w harfleridir.
Yeni kopya kelimelerde İngilizcedeki orijinal yazımın kullanılmasına sıkça rastlanmaktadır. Ancak kelimeleri aslına göre yazma dilin özüyle ilgili bir şey değildir. Bu daha çok yazımı; standart dilin düzenlenmesini, konuşma dilinde her zaman olan varyantların yazımda en aza indirilmesini, bir tanesinin “doğru” sayılmasını ilgilendirmektedir.
Kullandığımız alfabenin aslında q, x, w harfleri vardır. Aynı alfabeyi kullanan dillerden aldığımız kelime, sembol vb.nde bu işaretler kullanılmaktadır. Okuryazar her Türk vatandaşı eğitiminin erken bir aşamasında bu harfleri de öğrenmektedir. Bu harflerin geçtiği kelimeleri okunuşları gibi yazmak elbette mümkündür. Ancak birçok dilde aşağı yukarı aynı anlamlara gelen bazı kelimeler ve işaretler vardır. x ve y’den söz ederken x’i başka türlü göstermek mümkünse de pratik değildir. Aynı şekilde wat, New York, Washington gibi kelimeleri farklı yazmak mümkün, ancak Latin kökenli alfabe kullanıldığı için işlevsel değildir.
Q, x, w harflerinin sorun olması, her şeyden önce alfabenin kendisinden kaynaklanmaktadır. Türkçe kelimelerde bu harflere ihtiyaç yoktur. Q harfini kar ve kâr kelimelerini ayırmakta kullanmak gibi bir düşünce ilk bakışta mantıklı görünebilir. Bu tür bir ayrım, birden çok işlevi olan şapkadan daha kolay kavranabilir: qar - kar. Ancak konuşma dilinde olan her şeyi yazıda göstermek pratik olmadığı gibi gerekli de değildir. “Türkçe konuşulduğu gibi yazılır, yazıldığı gibi konuşulur” şeklinde yaygın bir görüş varsa da konuşulduğu gibi yazılan yazıldığı gibi konuşulan bir doğal dil olamaz. Konuşma dilindeki vurgulama, tonlama, ezgi gibi bir yığın özellik yazı dilinde gösterilmez. Bunların gösterilmesi durumunda bir cümleyi yazmak için sanıldığından çok daha fazla zamana ihtiyaç vardır.

Eski – Yeni Durum

Buraya kadar yazılanlarla Türkçenin daha önce de tam bugünküne benzer süreçler yaşadığı gösterilmeye çalışılmıştır. Anadolu’daki Arap harfli ilk Türkçe metinlerde Arapça ve Farsça kelimeler, işaret edildiği gibi, çok farklı biçimlerde yazılmaktaydı. Arapça ve Farsça bilenlerin artmasıyla verici dildeki imlaya göre yazma geleneği yaygınlaşmıştır.
Günümüzde de benzer bir durum söz konusudur. Q, x ve w harfleri Türk alfabesinde yoktur, ancak alfabeye ve okuryazar olanlara yabancı değildir. Dolayısıyla matematikte x’ten söz ederken, New York yazarken bu harflerin kullanılması, prestij kelimesinin prestige diye yazılması ambulans’ın ambulance, direkt’in direct olması tıpkı Anadolu’da Türkçenin ilk dönemlerindeki durumuna benzemektedir. Kelimeler önce duyulduğu veya söylendiği gibi yazılmakta, karşılık olarak önerilen eski kelime, yeni kelimeyle paralel kullanılmakta, aynı alfabe kullanıldığı için orijinal dildeki yazılışlar sonradan yaygınlaşabilmektedir. Yazımdaki bu durum, kelimelerin Türkçeye girmelerinden itibaren Türkçenin baskın yapısal özelliklerine göre değişmelerinin önünde engel değildir.
Burada, o halde aynı alfabeyi kullanan başka dillerden gelen kelimelerde niye aslına göre yazma eğilimi ortaya çıkmıyor, sorusu gündeme gelebilir. Mesela Almanca ve Fransızcadan veya farklı alfabeleri kullanan dillerden kopyalanan kelimelerde aslına göre yazma eğilimi söz konusu değildir. Bunun, yukarıda işaret edildiği gibi bu dillerden giren kopyaların güncelliğini yitirmiş olması, bu dillerin prestij dili olmaması, eski kopyaların yeni kopyalarla desteklenmemesi gibi nedenleri vardır.
Peki q, x, w harflerine sahip olanlar başta olmak üzere, Türkçeye batı dillerinden giren kelimelerdeki yazım sorunları ne olacaktır? Osmanlı döneminde, Arap alfabesini kullanan Arapça ve Farsçadan aldığımız kelimeler, işaret edildiği gibi orijinal biçimlerine göre yazılmışlardır. Bugün de benzer bir gidiş görülmektedir. Latin temelli bir alfabe kullanan prestij dillerinden aldığımız kelimeler, kurumsal veya bireysel tepkilere rağmen, artan oranda orijinal biçimlerine göre yazılabilmektedir. Bunun ne kadar yaygınlaşacağını şimdilik kestirmek güçtür. Ayrıca İngilizcenin prestij dili olma durumumun ne kadar süreceği de burada önemlidir.  Yine tarih yabancı kelimelere karşılık olarak üretilmiş Türkçe malzemeye dayalı kelimelerin sonsuza kadar dayanacağının bir garantisi olmadığını göstermektedir. Yabancı kelimelere Türkçe karşılıkların yerini belli bir zaman sonra yabancı dilden kopyaların alması şaşırtıcı olmayacaktır. Ancak bu, daha önceki alıntıların da gösterdiği gibi dilin özünü ilgilendiren, dili bozan, yok eden bir süreç olmayacaktır. Alınan ögeler dil ilişkilerinden iyi bildiğimiz üzere, Türkçede çeşitli değişiklikler geçirecek, zamanla orijinallerinden uzaklaşacak, Türkçenin yapısal özelliklerine aşamalı olarak uyacaklardır.

Sonuç

Bu yazıda genel bilgilerin dışında, Eski Anadolu Türkçesi ile günümüz Türkçesinde yabancı kelime kopyalama sonucu ortaya çıkan sorunlar üzerinde durulmuş, iki dönem arasındaki benzerliklere işaret edilmiştir. Her iki dönemde de yabancı kelimelere karşı bilinçli veya bilinçsiz benzer tutumlar geliştirilmiştir. Türkçe, günümüzde Eski Anadolu Türkçesinden farklı olarak kurumsal desteğe de sahiptir. Ancak Türkçe malzemeye dayanan kelimelerin uzun vadede daha dayanıklı çıkacağının garantisi yoktur. Eğitim kurumları, dili düzenlemekle yasal yetkili Türk Dil Kurumunun standart dille ilgili düzenlemelerini öğretmeye çalışırken, akademik kurumların da dildeki gelişmeleri önyargısız olarak incelemesi yararlı olacaktır. Ayrıca birçok dilin yazımına göre daha açık olan Türkçenin yazımının neden iyi öğretilemediği ayrı bir araştırma konusudur. Bu araştırmada yazımın öğretilememesinde kuralların karmaşıklığının, anadili eğitimindeki didaktik eksikliklerin ve başka hususların rolleri ayrıntılı olarak ortaya konmalıdır.


Yayınlandığı yer:

Demir, Nurettin (2010). “Yabancı Kelimeler ve Yazım Sorunları. Tarihi Dönemler ve Günümüzdeki Durum Hakkında Gözlemler”. Türk Dil Kurumu 75. Dil Bayramı. Ankara: TDK. 218-228.

[1]  Dönemle ilgili olarak bk. Laut, Jens Peter, “Methoden und Möglichkeiten der Wiedergabe von indisch-buddhistischen Temrini im Alttürkischen”. Bretfeld, Sven vd.(Hrsg.). Indien und Zentralasien: Sprach- und Kulturkontakt; Vorträge des Göttinger Symposions vom 7. Mai bis 10. Mai 2001. Wiesbaden 2003. 13-24.

26 Nisan 2020 Pazar

Ağızlar Nerelerde Kullanılır?




Konu

Bilindiği gibi her doğal dil çeşitli nedenlerle ortaya çıkmış bir varyantlar yığınından oluşur. Değişkenliğin olmadığı, tek biçimli bir doğal dil yoktur. Her varyant, dil içinde belli işlevleri yerine getirir ve işlevleri başka varyantlar veya diller tarafından karşılanmadığı sürece varlığını devam ettirir.
Doğal dillerde varyantlaşma nedenlerinden biri coğrafyadır. Bir dilin konuşulduğu coğrafyada bir istikametten başka bir istikamete doğru gidilince konuşmada farklılaşmalar olduğu kolayca gözlenebilir. Bazı konuşma biçimleri o kadar yoğun yerel iz taşır ki bunları belirlemek için uzman olmaya bile gerek yoktur. Dilde coğrafya temelli varyantlaşmayla ağız araştırmaları ilgilenir.
En kısa tanımıyla dilin yerel konuşma biçimleri olan, okullarda öğretilmeyen, gelecek nesillere sözlü olarak aktarılan ağızları; konuşurlar doğup büyüdükleri çevrede edinir. Ancak yine de ağızlar, ait oldukları bölgenin dışında da kullanılır. Bu yazıda, ağızların nerede kullanıldığı sorusuna yazılı metinler, televizyon ve internet yardımıyla cevap aranacak, ağızların kullanım alanındaki genişlik gösterilmeye çalışılacaktır. Yazının, ağızlar hakkında var olan yaygın ön yargılar yerine, dil incelemelerinin günümüzde ulaştığı seviyeye daha uygun bir kavrayışın yerleşmesine katkı sağlayacağı da umulmaktadır. Ancak kapsayıcı olmayan kısa bir çalışmada, sorunu bütün yönleriyle ele almak mümkün değildir. Konuya dikkat çekmesi düşünülen bu çalışmada söylenenler, daha ayrıntılı araştırmalarla derinleştirilmeye muhtaçtır. Yazının sınırlı çerçevesinde dile getirilenlerin genişçe örneklendirilmesine gerek görülmemiştir. Örnekler için işaret edilen kaynaklara bakılabilir. Özellikle internetle ilgili gözlemler, basit bir aramayla belgelenecek durumda olduğundan kaynak gösterilmesine gerek görülmemiştir.

Kim Konuşur

Ağız konuştuğu düşünülen insanların dilin başka biçimlerini de kullanabildikleri bundan yüzyıl kadar önce gözlenmiş olsa da (bk. Giese 2007: 9) ağız araştırmacılarının ağızdan başka bir şey tanımayan kaynak kişi aramaları, alışılmış bir durumdur. İletişim ve ulaşımdaki gelişmeler göz önüne getirilince günümüzde bu beklentiye uygun konuşur bulmanın imkansızlığı kendiliğinden anlaşılır.
Ağızlar, yaygın görüşe göre bir bölgede, daha çok kırsal kesimde, o bölgede doğup büyümüş ve bölge dışına uzun süre için çıkmamış, okuryazarlığı olmayan veya eğitim seviyesi düşük, yaşlı kimselerce konuşulur. Ağız araştırmaları yapılırken kaynak kişide bu tür özelliklerin aranması böyle bir yaklaşım olduğunu gösterir. Bu görüş, dil içindeki varyantlardan birinin daha prestijli sayılmadığı, ulaşım ve iletişim imkanlarının kısıtlı olduğu eski dönemler için doğru olabilir. Ancak iç göç, dilin yerine getirdiği işlevlerin karmaşıklaşması, teknolojik gelişmeler gibi nedenler, gerek ağızların kullanıldığı alanın, gerekse ağızların yerine getirdiği işlevlerin genişlemesine neden olmuştur. Bugün Türkçenin ağızları bir yerel kültür ögesi olarak çok canlı bir kullanıma sahiptir. Bazı bölgelerde hala konuşma dili olarak kullanılan ağızlar günlük hayattaki bütün dilsel ihtiyaçları karşılayabilmektedir. Aile ve tanıdık çevresinde, samimi ortamlarda ağızların kullanılması “tanıdık olmanın”, “dost olmanın”, samimiyetin göstergesi olarak algılanmaktadır. Gerçekten de ağızlar dil içinde yakınlık, dostluk, samimiyet, sevgi, şefkat vb. gibi olumlu duyguların taşıyıcısıdır. Kimi durumlar için, örnek olarak fıkralarda kullanılmaları, standart dilden daha uygundur.
Standart Türkçe de İstanbul ağzına dayandığından, prensip olarak her anadili konuşurunun aynı zamanda ağız konuşuru olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ancak eğitimi, görevi, ilişkileri, başka biçimlerle karşılaşma derecesi, ilgisi, dile ve ağızlara karşı tutumu gibi nedenlere bağlı olarak insanlar kendi ağızlarını konuşmaktan vazgeçip daha yansız, ama standart Türkçeyi veya standarda yaklaşan prestijli varyantları tercih edebilmektedir. Ancak bu tür tercihler, konuşurun standart biçimi her durumda kullanacağı anlamına gelmez. İşleri gereği standart dili kullanmak durumunda olanlar da bağlama, muhataba, yere göre ağız konuşabilir. Burada meslekle ilgili bir sınırlama yapmak da imkansızdır. Standart dili aktarmak durumunda olan meslek gruplarındaki insanların, öğretmenlerin bile ağız kullanabildiğinin yeterince örneği bulunmaktadır.

Standart Hakkında Birkaç Not

Kendisi de bir ağza dayanan standart dil ile ağızları veya farklı ağız gruplarını kesin sınırlarla birbirinden ayıracak dilbilim ölçütü yoktur (bk. Demir 2006). Ancak bir ağız temel alınarak geliştirilen standart dil zamanla eğitim kurumlarında öğretilmek, resmi ve yarı resmi ortamlar, basın yayın, edebiyat vb. gibi alanlarda kullanılmak suretiyle yaygınlık ve saygınlık kazanır. Böylece standart varyant, asıl ağız bölgesi dışında da kullanılan ve kabul gören bölgeler üstü bir iletişim aracına dönüşür. Bunun sonucunda bölgeler üstü geçerlilik kazanan bu standart varyantı konuşan birinin nereli olduğuna karar vermek mümkün olmayabilir.
Standart Türkçenin bölgeler üstü bir geçerlilik kazanması, sanıldığının aksine, oldukça yenidir. Yoğun Arapça ve Farsça ögelerle konuşma dilinden uzaklaşmış Osmanlı yazı dili, devlet idaresi, edebiyat, tarih yazıcılığı gibi, bir dilden beklenen ihtiyaçların bir kısmını karşılamakla birlikte, 19. yüzyılda ortaya çıkan eğitimi geniş halk kitlelerine yayma isteğine ve yeni gelişen basının ihtiyaçlarına cevap verecek durumda değildi. Özellikle eğitim ve basın için konuşma diline yakın, öğretimi ve öğrenmesi kolay, yazım kuralları anlaşılır biçimde belirlenmiş bir standart gerekmekteydi. Ne var ki mevcut Osmanlı yazı dili bunun tam tersi durumdaydı. Henüz iyi araştırılmamış İstanbul ağzına dayanan bir standart varyantın söz varlığı anlamında geliştirilmesi, 20. yüzyılın başlarında kısmen gerçekleşmiş olsa da standart yazım kurallarının kayıt altına alınması ancak 1940’lı yıllarda mümkün olmuştur. Yeni geliştirilen standart varyantın fark edilirliği ise eğitim, basın yayın, iletişim ve ulaşım imkanları, iç göç gibi standart dilin yayılmasına aracılık eden kanallardaki çeşitlenmeye paralel olarak artmıştır. Diğer varyantlar yerel konuşma biçimleri olarak değişen oranlarda saygınlığa sahip olmalarına rağmen standart dil gibi başka bölgelerde de kullanılır duruma gelmemişler, özel kanalların kuruluşuna ve internetin yaygınlaşmasına kadar konuşuldukları bölgenin dışına belirgin bir biçimde çıkamamışlardır. Bu arada standart dilin “doğru” biçim olarak kendini hissettirmesiyle, asıl bölgelerinde de onunla rekabet etmek zorunda kalmışlar, zaman zaman kendi konuşurlarınca bile, hiçbir bilimsel temeli olmamakla birlikte, kaba görülmüşlerdir. Bazı ağızların standart dile göre birtakım alanlarda daha tercih edilir yönleri olmakla birlikte, standart varyantla yerel varyant arasında işlev alanlarında, resmi, yarı resmi durumlarda standart, diğer durumlarda, yerel varyantın kullanılması şeklinde bir ayrışma olmuştur. Bunun sonucunda “doğru” ve “güzel” dil olarak görülen standart biçim, alanını genişletirken, “kaba” görülen ağızların kullanıldığı alanlarda bir gerileme olmuştur.
Her ne olursa olsun, ne ağızlar arasında ne de ağızlarla standart dil arasında aşılmaz sınırlar vardır. Her şeyden önce muhtemel sınırları belirleyecek dil bilimi ölçütü yoktur. Standart dille ağızlar iç içe geçmiş durumdadır. Özellik konuşma dili olarak standart biçim ağızların kullanıldığı alanlarda görüldüğü gibi, standart dilin kullanılması beklenen durumlarda da ağızlarla karşılaşılabilmektedir. Özellikle gelişen teknolojiye paralel olarak ağızlar son yıllarda yeni kullanım alanları bulmuşlardır.

Yazılı Metinler

Yazı dilinin tek biçimli, “doğru” dil olduğu görüşü bir hayli yaygındır. Ne var ki yazı dilinin tek biçimliliği düşüncesi temelsizdir. Yazı dilindeki standart, daha çok yazımla ilgilidir. Söz dizimi, sözcük seçimi, cümlenin uzunluğu gibi hususlarda, dilin ağızlar için de geçerli olan yapısal sınırları dışında, genel geçer standartlar belirlemek güç, hatta imkansızdır. Bu nedenle yazı dilinde de konu, bağlam, yazanların sosyal ve psikolojik durumları, eğitim seviyeleri gibi çeşitli nedenlerle ortaya çıkan varyantlaşmalar vardır. Basit bir örnek vermek gerekirse, her ikisi de yazı dili örneği olmakla birlikte, okuyucuda farklı çağrışımlar uyandırabilecek biçimde düzenlenmiş bir edebi metinle, mümkün olduğu kadar açık, farklı anlamalara fırsat vermeyecek biçimde düzenlenmiş akademik bir yazı arasında belirgin farklar vardır. Bir edebi metinde yazım açısından standart veya standart dışı biçimlere yer verilebilirken akademik üslupta bu alışılmış değildir. Yine sınav sorusu, dilekçe, ders kitabı vb. sadece standart dille yazılır, ama her seferinde metinlerin dilinde araştırılmayı hak eden ayrımlar bulunur, bulunması beklenir.
Yazı dilinin kullanıldığı bazı alanlar ağız kullanımına açıkken bazıları tamamıyla kapalıdır. Ders kitapları gibi geniş kesimlerce oldukça kolay anlaşılması beklenen metinlerin diliyle resmi işlevi olan metinlerde ağız kullanılamaz. Bunun yanında yazı diliyle sıkça eş değer tutulan edebi metinlerde, ağızlara hiç de küçümsenemeyecek sıklıkla başvurulur. Şiir, masal, tekerleme, deyim, fıkra, halk hikayesi, efsane gibi halk edebiyatı ürünlerinde yazımda standartlaştırmaya gidilirse de söz varlığı ve söz diziminde ağız kullanılması alışılmıştır. Yine de standart dilin, yanlış biçimde, halk edebiyatı ürünleri dışında kalan, sanat değeri yüksek kurmaca metinlerde en iyi şekilde temsil edildiği düşünülür. Öyle ki standart dille ilgili sözlük ve gramer çalışmalarında bu tür metinler birinci derece kaynaklar olarak alınır. Oysa edebi metinlerde ağız kullanılması seyrek rastlanan bir durum değildir. Özellikle roman ve öykülerdeki diyaloglarda ağız kullanımı alışılmıştır (bk. Aydın 2008, Demir 2009). Bazı metinlerde ağızdan yoğun bir şekilde yararlanılır. Hatta ağız kullanımı, Orhan Kemal’in büyük bir bölümü ağızla yazılmış olan Murtaza (İstanbul 1952) adlı eserinin yayımlanmasından sonra dönemin önemli edebiyatçılarının katıldığı “şive taklidi”, “köylü konuşması” tartışmasının patlak vermesine neden olmuş, tartışmaya katılanların bir kısmı kahramanlarını ağızla konuştururken bazıları buna karşı çıkmıştır. Anadolu ağızlarının Tahsin Yücel gibi “tadını, anlatım gücünü, arılığını” kullanma çabası içinde olan, “bu çabayı bilinçli olarak” hep sürdüren yazarlarımız bugün de vardır (Özkan 2001: 42, ayrıca bk. Aydın 2008). Ağızlara özgü ses, biçim, söz dizimi, söz varlığı ögesine yer veren çok sayıda eser saymak mümkündür, ama bu ayrı bir inceleme konusudur. (Ön bilgiler için bk. Aydın 2005, 2008; Demir 2009).
Standart dil, en iyi biçimde ders kitapları ve günlük gazetelerde temsil edilir. Bunun nedeni her ikisinin de mümkün olduğunca geniş kesimlerce anlaşılır olmak, mümkün olan en yüksek okuyucu sayısına ulaşmak gibi ortak amaçlarının olmasıdır. Bunlardan ilki, yukarıda da işaret edildiği gibi, ağız kullanımına doğası gereği kapalıdır. Eğitim standart dille verildiğinden ders kitapları da standart dille olmak durumundadır. Standart dile en fazla ihtiyaç duyulan alanların başında zaten eğitim gelir. Buna karşılık basın organları daha esnektir. Ağız kullanımına veya standart dilden sapmalara özellikle yerel gazetelerde daha sık rastlanır. Şimdiye kadar ağız araştırmalarımı yoğunlaştırdığım Alanya ve Kıbrıs’ta yayımlanan yerel gazetelerde ağız kullanımının çeşitli örnekleri görülür. Gazetelerde ağız kullanımıyla ilgili en çarpıcı örneklerden birini Alanya’daki yerel gazetelerde, Alanya ağzıyla yazılan köşelerin bulunması oluşturur. Bunların içinde de en meşhuru, Yeni Alanya gazetesindeki Amat Bilir köşesidir. Uzun yıllardır bu köşede, Alanya ağzıyla çok farklı konular, alaycı bir üslupla ele alınır. Bu köşe, gazetenin en fazla okunan ve ilgi gören köşesidir (www.yenialanya.com.tr).
(Örnek olarak bakınız: https://www.yenialanya.com/haber/4031235/goggocanin-sari-unudulmaz-2)

Televizyon

İstanbul ağzına dayanan yeni standart dil, kodlanmasından itibaren, eğitim kurumları, basın yayın gibi kanallarla yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır. Yazı dili eğitim kurumları aracılığıyla yeni nesillere aktarılırken, bölgeler üstü geçerliliği olan, yazı diline oldukça yakın bir konuşma dilinin yaygınlaşmasında en önemli araç hiç şüphesiz televizyon olmuştur. Yaygınlaştırılmaya çalışılan konuşma dilinin en büyük temsilcisi uzun yıllar özel diksiyon eğitimi almış spikerlerin görev yaptığı ve başka varyantlara izin verilmeyen TRT olmuştur. Televizyon, elektriğin ulaştığı her köye ulaşma şansı bulmuştur. 1990’lı yıllara kadar bu konuşma dili, yerel ağzın baskın olduğu bölgelerde okullarda öğretmenlere, resmi dairelerde bazı görevlilere özgü, varsa televizyonda rastlanan bir varyant olarak görülmüş, ağız üzerinde yok edici bir etkide bulunmamıştır. Ağızların baskın olduğu bölgelerde hala eğitimli kesimin de ağız konuşması bunu açıkça gösterir. Yerel varyantlar zaten yazılmadıkları için yazılı alanda standart biçimle bir rekabete girmeleri söz konusu değildir. 1990’lı yıllarda özel televizyon kanallarının kurulmasını takiben, standart dille ağızlar arasında çok daha yoğun bir etkileşim ortaya çıkmış, böylece standart konuşma dili en güçlü ve en etkili aracına kavuşmuş, hayran olunan insanlar her gün evlerin başköşesinde “güzel”, “ince”, “kibar” İstanbul ağzıyla konuşmuşlardır. Ayrıca iç göç nedeniyle asıl ağız bölgelerinin dışına çıkan insanların da okullardan ve televizyondan tanıdıkları İstanbul ağzına yaklaşan biçimleri tercih etme eğiliminde olduğu gözlenmektedir.
Özel televizyon kanallarının kurulmasıyla standart dilin en etkili aracı olan televizyon, bu defa yerel konuşma biçimlerinin konuşuldukları bölgelerin dışına çıkması ve daha geniş kesimlerce fark edilmesinde en önemli araç durumuna gelmiştir. Bunun sonucunda standart dilin ve ağızların kullanım alanında çok dikkat çekici bir kesişme olmuştur. Ağızlar bir taraftan standart dilin etkisiyle standarda yaklaşmışlar, eğitimli genç nesiller tarafından daha az kullanılır olmuşlardır. Ancak standart dilin kullandığı araçları kullanarak ağızlar da bölgelerinin dışına çıkmışlar ve daha önce standart dile özgü alanlarda kullanılır duruma gelmişlerdir. Bu nedenle günümüzde standart dil ile ağızlar arasında her zamankinden çok daha karmaşık bir ilişki vardır. İstanbul ağzına dayalı konuşma dilinin en güçlü kanalı olan televizyonlarda; dizilerde, bazı kanalların eğlence programlarında, yerel kanallarda ağza bolca yer verilmektedir. Başlı başına bir araştırma konusu olan bu gelişmeden standart konuşma biçiminin kalesi durumundaki TRT de nasibini almıştır.
Bu gerçeğe karşın, televizyonlarda kullanılan ağızlara karşı tutum, ağızların konuşulduğu bölgeyle ilgili genel kanılarla örtüşecek biçimde değişken olabilmektedir. Örnek olarak, Karadeniz ağzı konuşulması hoşgörüyle karşılanırken, Doğu Anadolu ağzının konuşulması tepki çekebilmekte (ağızlara karşı tutumla ilgili olarak bk. Şen 2006), benzer programlar yapan ağız konuşuru sunuculardan birine ses çıkarılmazken bir başkası tepki çekebilmektedir (örnek olarak bk. Arman 2003, Çelebi 2003). Hatta televizyonlarda yerel dil kullanılmasının dili bozduğu şeklinde yaygın bir görüş de vardır. Her ne olursa olsun, bugün ağızların bir şekilde fark edilmesinde televizyonun en önemli araç olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Televizyonlarda kullanılan ağızların Türkiye’de konuşulanlarla sınırlı kalmadığını vurgulamaya gerek yoktur; örnek olarak Elveda Rumeli dizisine bakılabilir. (https://www.youtube.com/watch?v=7wLaXylMt80) Bu yeni eğlence ögesi, bu yönüyle, kahramanların ayırıcı özellikleri arasında konuşmalarındaki farkların önemli bir yer tuttuğu Ortaoyunu, Hacivatla Karagöz gibi geleneksel tiyatroyla da kesişmektedir.
Televizyonlarda, kendine özgü bir dil kullanılan haberler başta olmak üzere, ağız kullanımının alışılmış olmadığı programlar da vardır. Buna karşılık çeşitli eğlence programlarında ve sevilen dizilerde farklı derecelerde ağız kullanılabilmektedir. Bunlardaki ağız kullanımı, ağızlara karşı belli bir hoşgörünün oluşması, ilgili ağzı konuşanların ise kendi konuşmalarının utanılacak bir şey olmadığının farkına varması sonucunu doğurmaktadır. Bu, özellikle ağız konuşanların “cahil”, “görgüsüz”, “kaba” insanlar olmadıklarının görülmesiyle daha da yaygınlaşacaktır. Yerel yayın yapan kanallarda ise çok daha yoğun bir ağız kullanımı vardır.

İnternet

Bu yazıda ağız kullanımı açısından son olarak üzerinde duracağımız konu internettir. İnternetin getirdiği sınırsız özgürlükten ağızlar da en geniş anlamıyla yararlanmaktadır. Ağızlarla ilgili çok sayıda veriye ulaşılabilen internet, ağız kullanımı açısından burada hepsinin üzerinde ayrıntılı olarak duramayacağımız kadar zengin ve renkli bir veri kaynağıdır. Belli ağızlarla ilgili sözlük, deyim, metin örnekleri, fıkra, şiir, yerli ve yabancı filmlere yapılmış dublajlar vs. birçok internet sayfasında boy gösterdiği gibi bazıları e-maillerle tanıdıklara, arkadaşlara “ilet”ilmektedir.
İnternet, ağızları belgelemeye yönelik ciddi çalışmalarda yararlanılabilecek veriler sunmaktadır. Köy, belde ve şehirlere ait sayfalar başta olmak üzere sözlük öğelerine veya ağız örneklerine yer veren sayfaların sayısı her geçen artmaktadır. Örnek olarak, belgelemeye çalıştığımız Ankara’nın farklı bölgelerinin ağızlarına ait kelime ve deyimlere internette ulaşmak mümkündür. İlgili ağzı tanıyanlar, amatör bir ruhla da olsa, çevrelerinde yaşayan, dikkat çekici buldukları dil ögelerini sayfalarına almakta, başkalarıyla paylaşıma açmaktadır. Bu, ağızlara ulaşmada yepyeni bir yoldur. İnternette ulaşılır durumdaki verileri kullanırken dikkatli olunması gerektiği açıktır. Ancak internetin, alan uzmanı olmayan, ama kültürel bir öge olarak ağzın korunmasına katkıda bulunmak isteyenlere önemli fırsatlar sunduğu, alan uzmanları içinse daha önce büyük zahmetlerle elde edilebilecek verilere ulaşmalarına imkan sağladığı da göz ardı edilemez.
Daha çok standarttan sapan biçimleri belgelemeye yönelik bu tür çalışmalar yanında, internette ağızlarla yazılmış şiir, fıkra, hikaye gibi türlere de rastlanmaktadır. Buna, Ellağam bir gış gunuydün/Seni gorduğumde diye başlayan, Çorum ağzıyla seslendirilmiş ve yazılmış bir şiiri (https://www.youtube.com/watch?v=Qbgyv7V9M60veya İngilizce ve Kıbrıs ağzıyla yazılmış, ilk dörtlüğü I am a Gıbrıslı gız, Emmy derler adıma / I would like to tell you, neler geldi başıma / Every Sunday aynı şey, I nearly çadlaycam / My dad brings me dünürcü, illa illa alacam olan Dünürcü örneklerini verebiliriz (https://www.kibrispostasi.com/c35-KIBRIS_HABERLERI/n34055-i-am-a-gibrisli-giz-dilber-derler-adima). Bu tür örneklerin sayısını çoğaltmak mümkündür, ancak yazının amacı örnekleri sıralamak değildir.
İnternette ağızlar açısından bir başka ilgi çekici gelişme de yerli yabancı birçok filme farklı ağızlarda dublaj yapılmasıdır. Eğlence olsun diye yapılan bu tür dublajlarda argo kullanılan çok sayıda örnek olduğu gibi, argoya yer vermeyen, dalga bulaj takımı videolarında olduğu gibi başarılı denemeler de bulunmaktadır (örnek videolar için bakınız: https://onedio.com/haber/ddt-nin-gulmekten-yerlere-yatiran-birbirinden-ilginc-13-dublaj-videosu-511778).
Televizyonlarda sınırlı sayıda ağız kendini duyurma şansı bulurken, gönüllü katılımına açık internette neredeyse her bölgeyle ilgili bir şeylere ulaşmak mümkündür. Yine televizyondan farklı olarak, internette ulaşılan bir örneği tekrar tekrar dinlemek ve başkalarına aktarmak mümkündür. Eskiden sınırlı sayıda, genellikle komşu ağızlarla karşılaşılırken internet kanalıyla çok sayıda ağız okunur ve işitilir olmuştur. Bu yeni durumda ağız örnekleri aynı ağzı konuşanların değil, ilgi duyan herkesin kullanımına ve katkısına açıktır. Böylece dil içindeki yerel çeşitlilik çok daha belirgin bir şekilde ortaya çıkma ve gelişme fırsatı bulmaktadır.

Sonuç

Başta da söylendiği gibi, yerel konuşma farkları her doğal dilde vardır. Ağız konuşmayı hor görmek, aşağılamak için hiçbir dilbilimsel neden yoktur. Dil gerçeğiyle örtüşmeyen ütopik tek biçimli dil beklentisine kapılmak ve yüzyıllar içinde ortaya çıkmış doğal dil biçimlerini hor görmek yerine, unutulmaları durumunda dil tarihinin vazgeçilmez bir temel taşının yok olacağı, ölen dillerde olduğu gibi, yıllar içinde o ağızla aktarılan bilginin de ortadan kalkacağının farkında olarak bu ağızları belgelemek ve incelemek gerekir (bk. Demir 2008). “Tek tip” dil beklentisi yazım açısından anlamlı olabilir, ancak çeşitli nedenlerle sürekli değişen, her türlü dış etkiye açık doğal dil için anlamsızdır. Her doğal dilde olduğu gibi Türkçede de ağızlar, az veya çok oranda herkes tarafından konuşulur. İstanbul Türkçesi konuşan biri de dilbilimsel anlamda bir ağız konuşurudur. Standarda temel alındığı için prestiji yüksek olan bu ağız yanında, düşük prestije sahip ağızlar da çok önemli sosyal ve psikolojik ihtiyaçları karşılar.
Yazılı metinlerde, televizyonda veya internette ağızların yoğun bir şekilde boy göstermesi elbette birinin ağız konuşması sonucunu doğurmaz, ama bunların ağızlara karşı farkındalık yaratacağı ve ağızlara karşı olumsuz tutumun değişmesine yardımcı olacağı göz ardı edilemez.

Kaynaklar
Arman, Deniz (2003). “Şive Uyarısı”. Vatan, 28 Haziran 2003.
Aydın, Mehmet (2005). “İki Örnek Çerçevesinde Popüler Yayınlar ve Ağız Araştırmaları”. Workshop on Turkish Dialects Orient Institute of the German Oriental Society 18-19 November 2005, İstanbul. [Bildiri metni.]
Aydın, Mehmet (2008) “Kurmaca Metinlerde Ağız Ögelerinin Kullanımı”. VI. Uluslar arası Türk Dili Kurultayı. 20-25 Ekim 2008, Türk Dil Kurumu. Ankara. [Bildiri metni.]
Çelebi, Melis (2003). “Parayı Versinler Süveyş Kanalı’ndan Çıkarım”. [Mahmut Tuncer’le Söyleşi.] Milliyet, 1 Kasım 2003.
Demir, Nurettin (2006). “Türkiye’de Dil-Lehçe-Şive-Ağız Tartışmaları”, Türkiye’de Dil Tartışmaları, Derleyenler: Astrid Menz – Christoph Schröder, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları, 119-146. 
Demir, Nurettin (2008). “Ağız Dokümantasyonu Niçin Gereklidir?” Türkiye Türkçesi Ağız Araştırmaları Çalıştayı, 25-30 Mart 2008, TDK, Harran Üniversitesi, Urfa. [baskıda, TDK.]
Demir, Nurettin (2009). “Edebi Metinlerde Ağız Kullanımı Hakkında Bir Ön Çalışma”. Turcological Letters to Bernt Brendemoen. Edited by Éva Á. Csató vd. (The İnstitute fo Comparative Research in Human Culture.). Oslo: Novus forlag:  97-108.
Giese, Friedrich (1907). Materialien zur Kenntnis des anatolischen Türkisch. Teil I. Erzählungen und Lieder aus dem Vilayet Konjah. Halle.
Özkan, Kaan (2001). Görünmez Adam. Tahsin Yücel Kitabı. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Şen, Meryem (2006). “Bölgesel Ağızlara Karşı Tutum”. Menz, Astrid – Christoph Schroeder. Türkiye’de Dil Tartışmaları. İstanbul: Bilgi Üniv. Yay. 185-208.




Bu yazı şu kitap içinde yayımlanmıştır: 
Demir, Nurettin (2011).    “Ağızlar Nerelerde Kullanılır.” 38. ICANAS, 10-15 Eylül 2007- Ankara/Türkiye. Bildiriler: Dil Bilimi, Dil Bilgisi, Dil Eğitimi. Ankara: AKDTYK. 2204-2211.